Direnişçilere Selam olsun
Direnişçilere Selam olsunFehmi SALIK“Haklarını korumayı bilmeyen insan, faydalanmaya da layık değildir.”
Direnişçilere Selam olsun
Fehmi SALIK
“Haklarını korumayı bilmeyen insan, faydalanmaya da layık değildir.”
-Ermeni atasözü-
Madımak Oteli’nin kamulaştırılması, direnişçilerin bir utkusudur.
Direnmek, karşı koymaktır; haksızlığa karşı baş kaldırmaktır; susup sinmemektir. Bu yüzden olsa gerektir “Direnmek, yaşamaktır” diyoruz.
Tarih sayfaları, direnişçilerin öyküleriyle dolup taşmaktadır: Pir Sultan’lar, Nâzım Hikmet’ler, Che Guevera’lar, Mandela’lar, Deniz’ler, Mahir’ler, İbrahim Kaypakkaya’lar; daha nice düşünürler, bilimadamları, şairler, yazarlar bu altın sayfalarda ışıldayıp durmaktadırlar. Bu ışık adamlar, direniş bayrağını yere düşürmemiş; zaman dizini içinde bu bayrak, elden ele günümüze dek sürüp gelmiştir; böyle de sürüp gidecektir.
Direniş bayrağı el değiştirirken, çoğu bayraktar bu yolda bedensel bir kayba elbette uğramıştır. İnancının, düşüncesinin yaşama geçmesi, benimsenmesi, yayılması uğruna beden yokluğunun sözü mü olur?
Bunun için değil midir ki bunca yıl geçmesine karşın Pir Sultan dipdiri yaşıyor; onun o güzel adıdır ki Hızır adlı, Osmanlının el ulağı paşasını da ardınca sürüklüyor.
Bu yüzden değil midir ki Nâzım Hikmet, zamanında kendisini kötüleyen kimi faşistler tarafından da bugün başvurulan bir orun oluyor?
Bu nedenle değil midir ki Che Guevara, tüm dünya gençliğinin göğsünde Tanrısal bir görünümle ayrımsız olarak herkesin gözünün içine bakıp duruyor?
Bu direniş değil midir ki onca serencamdan sonra Mandela’yı, ülkesinde devlet başkanlığı tahtına oturtuyor?
Bu direnişler değil midir ki Deniz’leri, Mahir’leri, ölümsüzler hanesine kaydediyor?
Ve bu direniş değil midir ki İbrahim Kaypakkaya’yı “Ser verip sır vermeyen yiğit” onuruyla bezekli kılıyor?
Halkın gücü, haksızlığa karşı sürdürülen direnişiyle ölçülür.
Haksızlığa karşı direniş göstermeyen bir ‘halk’a verilen adın ne olduğunu içimizde bilmeyen yoktur artık.
Halkı oluşturan bireyler, örgütler için de bu sav geçerlidir.
Bu savın geçerliliğine yaşamımız süresince çok yakından tanık olmuşuz. İşçi direnişleri, sendikal çalışmalar, bu gerçekliğe verilebilecek en belirgin örneklerdir.
Hiç unutmuyorum: Konak alanında gerçekleştirilen bir hak arama yürüyüşü sonucu vapurla toplu bir biçimde Karşıyaka iskelesine indiğimizde, yakından tanıdığımız bir öğretmeni, ayaklarında spor ayakkabılarla, kıçında şortuyla, tasmalı köpeğini gezdirirken görmüştük. Hemen hemen aynı kıdemde olduğumuz öğretmen, hatırı sayılır bir okula müdür olmuş; benimse müdürlüğüme son verilmiş; milli eğitimde adı bulunmayan bir okula naklim yapılmıştı.
Emeklilik sonrası bu eski müdürle bir iki kez karşılaştım. Her görüşmemizde bir eziklik içinde buldum onu. Her seferinde bana “Siz haklıymışsınız; bizler olaylara at gözlüğüyle baktık; hazıra konmak istedik hep. Siz savaşım verdiniz; biz uzak durduk; seyrettik. Kazanımınızdan bizler de yararlandık; ama sürgününüzde, işkence gördüğünüzde, vurulduğunuzda, öldüğünüzde sizlerden uzak kalmayı, sinmeyi, saklanmayı düşündük sürekli. Yeni yeni kavrıyoruz bunları…”
Sözünü ettiğim bu öğretmenle birbirimize rastladığımız o hıncahınç öğretmenler lokalinde zavallı adam, dışlanmış tek başına oturuyordu.
“Kürt açılımı, Alevi açılımı” yalanlarına karnım tok benim.
1993 yılının 2 Temmuz’unda şeriatçı/ faşist güçler tarafından Sivas’ta çağımızın yangını oluşturuldu; Madımak denen otelde 33 canımız cayır cayır yakıldı. Bunlar ülkenin aydınları, düşünürleri, ozanları, yazarları, sanatçıları, gençleriydi. Bu yangında sadece bedenler yanmadı: Düşünceler, aydınlık kalemler, türküler, şiirler, sazlar da yakıldı. O günkü iktidar, arşa yükselen alevleri seyretmekle yetindi ancak. Deniz’lerin idam fermanını onaylayan ve kimi yalakalarca ‘baba’ ya da ‘bir bilen’ diye tanımlanan Demirel, “Devlet güçlerimiz olaylara hakimdir” dedi. Zamanın dişi şövalyesi Tansu Çiller de hiç de utanmadan; bir ana, bir kadın, bir başbakan olduğunu unutarak “Oteli saran güçlerimizde çok şükür bir kayıp yok; bu sevindiricidir” teranesini yumurtladı.
Aradan tam 17 yıl geçti. Bu arada ‘bir bilen’in saltanatı yıkıldı.
Dişi şövalyenin bindiği kır at, beygirleşti.
Süreç içinde gerçek Alevi örgütleriyle demokratik kitle örgütleri boş durmadı; her yıl Temmuzun 2’sinde Madımak’ın önünde yitirdiğimiz canlarımızı andılar; onların anıları önünde saygı duruşunda bulundular ve istemlerini de sürekli haykırdılar: “MADIMAK MÜZE OLACAK!”
Bu kararlılık, bu direngenlik sonucudur ki Madımak Oteli kamulaştırıldı. Yoksa yönetenlerin ikiyüzlü politikalarıyla ya da kimi kendini bilmez pısırık/korkak Alevilerin iktidara yaranmalarıyla bu noktaya gelinmedi.
Alevilik, sadece Alevi bir babayla Alevi bir annenin sulbünden gelmekle yeterlik kazanmıyor. Alevilik öğretisini iyi özümseyip benimsemek gerekir.
Bu öğretide şiir vardır; saz vardır, söz vardır; türkü vardır.
Bu öğreti işkenceyi, yalanı/talanı, çalanı/çırpanı lanetler.
Bu öğretide kin/nefret, dedikodu, bencillik, kendini beğenmişlik, korkaklık yoktur. Kan dökmek, insan yakmak yoktur.
Bu öğreti dayanışmacı ve paylaşımcıdır.
İlericilik/devrimcilik, çağa yakışırlık bu öğretinin baş amacıdır.
Bu öğretide kadın, ‘insan’dır.
Gençlik, bu öğretinin baş tacıdır.
Bu öğretinin mayası, haksızlığa karşı baş kaldırmakla ve direnişle karılmıştır.
Ben görmesem de iyi biliyorum torunlarım görecektir:
MADIMAK KESİNLİKLE MÜZE OLACAKTIR.
Bu inançla DİRENİŞÇİLERİ alkışlıyor ve selamlıyorum...
KAYNAK : Alevihaber.com - 21 Haziran 2010
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.