Dersim'e Notlar

Dersim'e Notlar

Dersim'e Notlar(...) ama Cumhurbaşkanı Gül, “herkesin Anayasa ve yasalar önünde eşit olduğunu, ancak uygulamada bazı eksiklikler yaşandığını” söyleyerek...

A+A-

Dersim'e NotlarDersim'e Notlar

(...) ama Cumhurbaşkanı Gül, “herkesin Anayasa ve yasalar önünde eşit olduğunu, ancak uygulamada bazı eksiklikler yaşandığını” söyleyerek devlet olarak teminatını veriyor.  İnsan sorgulamadan duramıyor. Türkiye’deki Alevi’nin bu talepleri bir iki yıllık mı ki?  Referandumda neden yer almadı, neden kamusal gelişim açısından bir adım atıldığını kimse görmüyor? Bu soruları ilk kez mi duyuyor Gül? Anlaşılan iktidar olmak sabır telkin etme makamına dönüştürülmüş...

Hasan Harmancı

Yaşamımız sessiz bulut. Nasıl yağacağını, nasıl açılacağını bilemiyorsunuz. Koca bir gökyüzü umursamaz bir dalgalanma ile başucunuzda dolanıp duruyor. Meteoroloji söyleyip duruyor havanın nasıl olacağını, günün nasıl geçeceğini. Günler öncesinden başlayan bulutların ortalığı kaplaması bir bakıyorsunuz ki sonuçsuz kalmış. Ancak bir de bakıyorsunuz köpüre köpüre dolanıyor etrafıınzda. Böyle bir dünya artık.

Yaşamın doğallığı, çaresizliği. Sizi nasıl saracağı veya sarsacağı belli olmuyor. Hele ki mevsim kışsa ve siz bu mevsimi nasıl bir sabırla, avunmayla atlatacağınızı düşünüp duruyorsanız, koşullarınız daha da zordur. Bir anlamda zorluk gelip çalmadan kapınızı zordasınız demektir. İşte Alevi’nin dünyası da böyle.

Herkes onun hakkında, yaşam isteğinden, özgürlüğünden bahsedip duruyor. Kimsenin konuşmaktan öte bir adım atıp Alevi’yi güvenceye, korumaya almak gibi bir tasarısı yok. Düşünüp durursunuz yaşamak böyle “kala kalmak” mıdır? Gün gelip aydınlık nasıl olacak. Yaşamınızı belirleyenler karamsarlık mı taşıyacak size, yoksa güzelleşecek mi günler aylar, yıllar...

Gün gün Alevi’nin köyünü terk ederek çoğaldığı şehirler şimdi “hüküm” giydikleri yerlere döndü. Önce köyleri “Tanrı dağı kadar Türk Hira dağı kadar Müslüman” değildi. Ancak, sağolsun, devlet ondan önce gitmiş, önce cami sonra yol, elektrik götürmüş, Alevi’nin yaşanmaz böyle diye terk ettiği köyüne, merasına. Okuma yazması olmadığı için köyden ayrılamayan eskilerden bir ihtiyar muhtar, bir de aza olan iki kişide “hizmetlerin” rehaveti ile Kaymakam’ın has adamı oluverince, ortalık da şükür ki “ezan sedası”na bulanmış. Köyü boşaldıkça köyüne özlemi artan, gönlü dağılan Alevi’nin köyüne eninde sonunda devlet ulaşmış.

Sesli sessiz çıkarlarla, ilgili ilgisiz istekler buluşmuş devlet ve Alevi köyüne girmiş sonunda. Devlet sabreden Alevi vatandaşının beklentisini dikkate almış. Bu büyük hikmettir,  nimettir. Gel gör ki devlet dediğin Anayasa, devlet dediğin adalet değil mi? Herkes öyle sanır da, değil. Türkiye sınırlarında devlet hala korkudur, hala incinme ve incitme hakkıdır. Bundan dolayıdır ki, “hukuk”un üretildiği bir dünyanın parçası olan Alevi vatandaş Strasbourg’da Cumhurbaşkanı Gül’e, “Türkiye'deki pozitif gelişmelerden yararlanamadıklarını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına rağmen, “zorunlu din dersi”nin kaldırılmadığını ve Alevi vatandaşların taleplerine kulak asılmadığını” ifade ediyor. Hala içinde bir parça da olsa umut taşıyor bu Alevi vatandaş.

Nasıl taşıyor bilmek mümkün değil, ama Cumhurbaşkanı Gül, “herkesin Anayasa ve yasalar önünde eşit olduğunu, ancak uygulamada bazı eksiklikler yaşandığını” söyleyerek devlet olarak teminatını veriyor.  İnsan sorgulamadan duramıyor. Türkiye’deki Alevi’nin bu talepleri bir iki yıllık mı ki?  Referandumda neden yer almadı, neden kamusal gelişim açısından bir adım atıldığını kimse görmüyor? Bu soruları ilk kez mi duyuyor Gül? Anlaşılan iktidar olmak sabır telkin etme makamına dönüştürülmüş.

Tabii aslında kabahat bu soruya yanıt veren Gül’de değil, soran Alevi vatandaşta. Alevi vatandaş saf bir dünyanın insanı olmaya devam ediyor. Devlet onun yaşam alanını daraltmış; onu göç, zorunlu terk, sürgün, mülteci olma, işsizlikten açık kapı gösterip şutlamış oralara, buralara... O uyanamamış hala soruyor; Alevinin hakkı, hukuku... Nasıl da ironik bir durum...

Camili Alevi köyü kalmadığı gün, sorun bitecek, asimile olmayan Alevi kalmadığında bu sorun bitecektir demeye getiriyor. Bunlar yetmiyor, Gül Tunceli’ye gitmeyle övünüyor. Gerçekten Gül gittiği şehrin vitrinine ya hiç bakmamış, ya kaçınıyor ya da pişkin eski siyaset günlerindeki gibi davranıyor. Tunceli’de ortalık kaynıyor ve insanlar oradaki üniversitenin, dersanelerin, kreşlerin asimilasyon ürettiğini dile getiriyor. Gül ise “sorunların olgunluk içinde neticeye ulaştırılacağını dile getirerek geçen sene Tunceli'ye gittiğini ve burada cemevini ziyaret ettiğini” anımsatıyor. Gül’ün Tunceli’de Cemevi ziyaretinden bu yana, oradaki huzursuzluk arttı ve halk alanlara çıkmaya başladı, halk “cemaat dışarı, bilim içeri”, “cemaat Dersim’den elini çek” sloganları yükseltti.

Bölgeye yararı olması hesaplanan üniversitenin ise korku ve kaygı ürettiği kanısı gelişmektedir. Bir halk ilk kez ayaklarına kadar gelen bir üniversitenin bilim yerine, safsata ve asimilasyon ürettiği iddiasına girdi ve “Tunceli Üniversitesi, üniversite mi yoksa cemaat yuvası mı?” biçiminde tepkisini gösteriyor. Türkiye’de açılan her bir üniversiteye yöresel kimlikli isimler verilirken, Tunceli sıradanlaştırıldı. Orada bir onur bahşetmek gerekiyorduysa üniversitenin adı Seyit Rıza olabilirdi. Bir halkı sevmek böyle başlar ve ya bir halktan özür dilemek.

Daha önce Tunceli gibi bir bölgede yapılamayacağı yine nereden güç alıyorsa Yavuz Öz adlı bir öğretmen yaptı ve öğrencilere: “Dersimiz bu hayatta da olacak, hatta öbür hayatta da olacak. Din dersini kaldırmayacağız, kaldırtmayacağız. Eğer yazılıda kağıdınıza bu sözü yazmazsanız sizi süründürürüm, okul hayatınız boyunca bunun sıkıntısını çekersiniz, düşük not veririm” biçiminde şantaj yaptı.

Alevi vatandaşların sorunlarına çare olarak çevresini bir mum kadar bile aydınlatamayan çalıştayları “pozitif gelişme” olarak görüyor ama, öteki olarak “mum söndü” iftirasından kurtulamıyor. Aslında o da biliyor işlerin yine de karışık olduğunu. O da biliyor Türkiye’deki Alevi de biliyor, ortalığın bulutlu bir hava olduğunu, geleceğin Alevi’ye korku verdiğini. Buna rağmen hala kaygısını olumluya çevirmeye, Türkiye’deki kardeşine sahip çıkmaya çalışıyor.

Kardeş mevsim burada kış, lakin gökyüzü bir berrak, bir bulutlu. Bu nedenle ikide bir can sıkıcı oluyor. Bir gün devlet diyor ki Alevi kardeştir, ikinci gün bu söylediğini unutup veya yüzsüzlük edip diyor ki “Alevi Dedesi”ni atın Yargıtay’dan.  Bunu bir de “adalet” için istiyor. Bir gün devlet diyor ki Alevi kardeşimin talebi ve talebesi başım üstüne, öteki gün ise Alevi çocuğu camiye götürüp namaz kıldırtıyor. Devlet bir gün diyor ki, Alevi’nin cemevini ziyaret ediyorum kırmızı halılardan, öteki gün devletin Diyanet’i diyor ki “tehlike”nin farkında ol, Alevi tehlike, ateist...

Sayın Gül haklı. Daha ne istiyor Aleviler. Az daha sabretseler herşey güzel olacak. Açılacak havalar, tevhid yaşanacak, güllük gülistanlık olacak havalar, kalleşlikten kardeşliğe terfi edecek Alevi…

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy68997 = 'hasan.harmanci' + '@';

addy68997 = addy68997 + 'hotmail' + '.' + 'com';

var addy_text68997 = 'hasan.harmanci' + '@' + 'hotmail' + '.' + 'com';

( '' );

68997 );

( '' );

//-->n

// ]]>

( '' );

// ]]>

( '' );

( 'span>' );

// ]]>

Alevi Haber - 1 Şubat 2011

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.