Büyük Ortadoğu Projesi ve Aleviler

Büyük Ortadoğu Projesi ve Aleviler

Büyük Ortadoğu Projesi ve Alevilerİbrahim KARAKAYA“Senin yalanlarınla, hilelerinle baş edemedim, bu bana dert oldu. Bende senin önünde...

A+A-

Büyük Ortadoğu Projesi ve AlevilerBüyük Ortadoğu Projesi ve Aleviler

İbrahim KARAKAYA

“Senin yalanlarınla, hilelerinle baş edemedim, bu bana dert oldu.
 Bende senin önünde eğilmiyorum, buda sana dert olsun”
  Seyit Rıza

Bugüne kadar birçok toplantıda ve genel kurullarda, bir siyasal süreci ve konuyu dillendirerek kurumlarımızın ve yöneticilerimizin dikkatini çekmeye çalıştım. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölgemizde ve ülkemizde bir büyük proje hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Buna göre bölgemizde, ülkeler işgal edilmekte, ülkelerdeki iktidarlar değiştirilmekte, ülkeler arasında yeni ittifaklar yapılmakta, ülkelerde ki toplumsal kesimler, siyasi partiler bu proje kapsamında şekillendirilmektedir. Bu proje kapsamında Kürtlerin bir kesimiyle ittifak edilirken, Emperyalistler için tehlikeli olan diğer kesimi tasfiye edilmek istenmektedir. Devletin “asli unsuru” olan Türkler, sorunlarını çözme becerisini gösteremeyen, herkese düşman, milliyetçi ve militarist bir konuma getirilmekte, İslamcılar, radikal ve tehlikeli olmaktan çıkartılıp yumuşatılarak “ılımlı” hale getirilmektedirler. B.O.P. kapsamında hazırlanan proje kapsamında 2025 yılına kadar ülkemiz “İslamcı ve milliyetçi bir ülke olarak” model haline getirilmesi öngörülmektedir. Buraya kadar her şey bilinen siyasal tespitler olarak görülebilinir.

Benim üzerinde durduğum ve sorduğum soru şu? B.O.P.’ni hayata geçirmeye çalışan Emperyalistlerin, ülkemizde yaşayan, inancını ve yaşam biçimini sömürüye, zorbalığa ve haksızlığa karşı durmak üzerine oluşturan, dolayısıyla Emperyalist zorbalar için doğal düşman olabilecek Aleviler için bir tasarımı yok muydu? Alevileri ve onların örgütlü, direngen gücünü görmemiş veya yok saymış olabilirler mi? Ya da B.O.P.’nin Alevi tasarımını nasıl algılamalıyız, hangi kişi ve kurumlar bu proje kapsamında Emperyalist çıkarlara hizmet etmektedir, dolayısıyla Alevi asimilasyonunda bunların görevi nedir? Bu soruları siyasal analize tabi tutmak ve açık yüreklikle cevaplamak gerekmektedir.

Bu süreci analiz ederken, 12 Eylül ve sonrasında devam eden siyasal süreci, Türkiye Alevi Örgütlenmesinin oluşum ve bugüne kadar gelişen sürecini, en önemlisi bu süreç içerisinde kurum ve kişilerin (toplum önderi olarak kamuoyuna sunulan) söylem, düşünce ve mücadele süreçlerini incelemek gerekmektedir. Birçok değerlendirmemde B.O.P.’nin, ülkemizde ki Alevi tasarımının 12 Eylül sonrası geliştirildiğini ve uygulama tarihinin 1993 Sivas Katliamı olduğunu vurguladım. Sivas Katliamı’nı, şeriatçı, gerici ve faşist güçlerin, cumhuriyet ve laiklik karşıtı bir eylemi gerçekleştirip şeriat düzenini getirmeyi istediklerini ve dolayısıyla, onun için cumhuriyet ve laiklik konusunda hassasiyeti olan Alevileri katlettiklerini söylemek süreci doğru algılamamak anlamına gelir. 1993 yılı bir çok gelişmenin birden yaşandığı/yaşatıldığı bir siyasal konseptti. 1993 yılı, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu ve Bahriye Üçok’un katledildikleri, faili meçhul/belli cinayetlerin yaşandığı, PKK’nin ateşkes sürecinde 33 askerin öldürüldüğü (yaralı kurtulan tanıklar ölüme gönderildiklerini ifade etmektedirler), şiddetin giderek tırmandırıldığı ve çatışma ortamının Sivas’ın ilçelerine kadar genişlediği, Doğu Karadeniz, Tokat, Sivas Bölgesinde silahlı mücadele yürüten DHKP-C, TİKKO ve PKK arasında ittifakın yapıldığı bir dönemdir. Bu bölgeler arasındaki geçiş yerlerinin Alevilerin yaşadığı bölgeler olması, Alevilerin koruculuğu kabul etmemesi, ihbarcı olmamaları da önemli verilerdir. Sivas’ta katledilen 33 Can’a karşılıkmış gibi ya da Alevi- Sunni çatışmasını yaratmaya çalışanlarca, suçu sadece Sunni olmak olan ve olayla hiç bağlantısı olmayan Başbağlar’da 33 yoksul köylünün katledilmesi ve olayın aydınlatılamaması da düşündürücüdür. 

Bu ve buna benzer birçok siyasal gelişmeler 90’lı yıllarda başlayan, 93 yılında keskinleşen ve sonrasında ülkemizde acılar yaşamamıza neden olan olaylardır. Bütün bunların her biri ayrı ayrı değerlendirilebilecek konulardır.

Ben  B.O.P. kapsamında, bu projenin ideolojik öncüleri olan, Alevi asimilasyonunun aktörlerini anlatmaya çalışacağım. Bu aktörlerden en önemlilerinden biri Sayın İzzettin Doğan’dır. Dersim’de ki 12 Alevi Ocağından biri olan Ağuçan Ocağının, Malatya’daki taliplerine Dedelik görevini yerine getiren, Doğan Dede Ailesinden gelmektedir. (Alevilikte Dedelik, taliplerle sürdürülen inançsal ve sosyal bir ilişkidir. Bu ilişki her Ocağın, Ocağa bağlı olan talipleriyle sınırlıdır.) Doğan Dede Ailesinin DP ile başlayan ve sağ partilerle süren siyasi ilişkisi, Sayın İzzettin Doğan ile 1982 yılından sonra generallerin kurdurduğu MDP kuruculuğu ve sonrasında ki siyasi pazarlıkları ile devam etmektedir. Sayın İzzettin Doğan Alevilerin kendilerine Önder olarak belirlediği bir kişi değil, devletin Aleviler adına atadığı bir kişidir.
           
Diğer önemli aktör Reha Çamuroğlu ise sosyalist ideolojiden beslenip, Türkiye Solu’nun unuttuğu ve hatta bir dönem yok saydığı bu ülkenin en önemli sosyal ve kültürel gerçekliği olan Alevilik üzerine çok değerli araştırmalar yapmış, bunun sonucu olarak genç yaşta Alevilerin değer verdiği bir konuma gelmiştir. Aleviliğe yapmış olduğu doğru katkılar ve Alevilerin emeğe olan saygılarının gereği olarak genç yaşta Hacı Bektaş Veli Dostluk ve Barış Ödülüne layık görülmüştür. Bu hızlı yükseliş kısa sürede egemenler tarafından fark edilmiş ve Barış Partisi’nde başlayan siyasi serüveni, herkesi şaşırtan bir hızla, sırasıyla milliyetçi-militarist bir parti olan DYP’nde  ve İslamcı, muhafazakar ve milliyetçileri aynı çatı altında birleştiren AKP’nde devam etmektedir. AKP’nin “Alevi Açılımı” Projesi ile Alevi asimilasyonunun en önemli mimarlarından biri olarak görevini devam ettirmektedir.
                
Bugün çok bilinçli olarak kurumlarımıza karşı sürdürülen, Alevilik -İslam ilişkisi, Tanrı anlayışı, Hz. Ali algılayışı, Diyanet, laiklik vb. konularında, bizleri Ateist, Marksist olmakla ve Alevi olmamakla itham edenlerin, Sivas Katliamı’ndan önce savunduklarını kendi yazılarından alıntılarla kamuoyunun bilgisine ve takdirine sunmak istiyorum.

Bugün Federasyon ve bağlı örgütlerimiz ile İzzettin Doğan, Reha Çamuroğlu ve bağlı örgütlerin Alevilik konusunda ve Alevi talepleri konularındaki düşüncelerini biliyoruz.

ALEVİ İHANETİNİN ANATOMİSİ

Konuyu iyi anlayabilmek açısından, bugün geldiğimiz süreci, İzzettin Doğan’ın Can Dündar’ın 19 Haziran 2007 tarihinde sunduğu Neden programındaki sözlerinden anlamaya çalışalım.

İzzettin Doğan: Bu bizim yaptığımız çalışmalar, ülkeyi yönetme sorumluluğunu yüklenenlerle yaptığımız konuşmalar, özellikle 15 yıl Türkiye’yi yöneten koalisyonlar döneminde tüm Başbakanlarla en az 10 defa, 20 defa, 30 defa yapılan konuşmalar ve atılan adımlarla Cemevlerinin temelini beraberce bazen sayın Cumhurbaşkanı, bazen sayın Başbakanla birlikte attıktan sonradır ki yavaş yavaş Aleviler özellikle Büyükşehirlerde Cemevlerinde kendi ibadetlerini icra etmeye başladılar. Ama bunu madem açtınız programınızda, o zaman bir özellik katmak için söylemiş olayım, buna eğer, hükümetler son 15 yılda itibar gösterip Alevilerin hızla kendi Cemevlerini kurmalarına yetersiz de olsa destek verdilerse bunun bir nedeni vardı Can bey. Asıl önemli nedeni Alevilerin üzerinde oynayan dış güçleri Alevileri önemli ölçüde PKK’ya doğru itme tehdidinin ortaya çıkması ve Aleviler üzerinde dış güçlerin çok önemli ölçüde nüfus sahibi olmaya başlamalarının hükümet edenlerce görülmesidir. Bizim de uyarılarımızın kaale alınmasıdır.

Can Dündar: Bu bir devlet politikası mı yani partiler bazında olmak ...

İzzettin Doğan: Aynen böyle. Devlet politikası olarak bu konu kabul edildi ve ben olayın çok yakınında olduğum için size söyleyebiliyorum. 1997’de sayın Başbakanın talebi üzerine Hacıbektaş’ta buluşmaya karar verdik ve orada sayın Cumhurbaşkanının da bulunduğu bir toplantıda sayın Başbakan ve Başbakan Yardımcıları, hükümetin tümü cumhuriyet hükümetinin tümü Hacıbektaş’ta şu sözleri verdiler halka, podyumda; bendenizi de zorladılar bende çıktım beraber podyuma. Şunları söyledi o zaman hem sayın Mesut Yılmaz, hem de rahmetli Bülent Ecevit. Bundan böyle Cemevi de bizimdir, cami de bizimdir. Bundan böyle genel bütçesinden eğer din hizmetleri için bir pay ayrılacak olursa bu paydan tüm yurttaşlar hakça yararlanacaklardır. Bir üçüncü husus o da belki bir retorik olarak kabul edilebilir; bundan böyle artık Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim’i barıştırma zamanıdır ve bunu söyleyen hükümet orada sadece Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına değil, tüm dünyanın önünde sizler aracılığıyla medya aracılığıyla Türk halkına bir söz veriyordu. Bu sözü niye verdi? Ben belki de biliyorsunuzdur benim asıl uzmanlık alanım uluslararası hukuk ve Avrupa Birliği hukukudur. Kendilerine eğer Türkiye hükümeti olarak bu önlemleri almazsa Alevi yurttaşlara inanç özgürlüğünü eşit şartlar içinde tanımazsa Avrupa Birliği’nin bunu Türk hükümetinin önüne önemli bir koz olarak koyacağını söyledim. Bunu önlemek için de onlar da kabul ettikleri için Hacıbektaş’ta bu deklarasyonu yayınladılar ama ne oldu yayınlandı Can bey? Yayınlanan deklarasyona rağmen bugün dahi Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan pay genel bütçeden 2 milyar doların üzerinde bir paydır. 97’den bu yana da o 2 milyar doların altına düşmemiştir doğrudan yapılan yardım ama yine de bununla ilgili olarak Alevilere doğrudan doğruya bunun bir tek kuruşu verilmemiş.

Can Dündar: Çok çok teşekkürler sayın Doğan programımıza katıldığınız için. Sayın Doğan’ın önemli bir açıklaması oldu. Aslında bizzat da tanığı olduğu bir şey. Aslında bütün bu partilerin vitrinini Alevi adaylarının çıkması biraz da 1990’ların sonuna doğru alınan bir kararın sonucu yorumunu yaptı sayın Doğan. Aslında Alevilerin PKK’ya yönelmesini önlemeye dönük bir Alevileri sistemin içine katma politikasının bir ürünüdür bugün yaşadığımız, bir devlet politikasıdır dolayısıyla. Partiler politikasının üstünde bir şeydir dedi sayın Doğan. Bu ilginç teşhisi de böylece dillendirmiş olduk.
           
Yukarıdaki açıklamalar yorumlanmaya ihtiyaç bırakmayacak kadar açık ve nettir. Burada Alevilerin sisteme katma mücadelesine 15 yıl öncesinden başlandığı,  belirtiliyor ki,  bu tarih 1992-93 yılına gelmektedir. Ayrıca İzzettin Doğan’ın Alevi İslam tanımlaması 1995 yılından sonradır. Ondan önce böyle bir tanımlaması yoktur. Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı olarak kurdukları “Alevi Diyaneti” nin kuruluş tarihi ise 2002 yılından sonradır. Sayın İzzettin Doğan, Uluslar arası Hukuk ve Avrupa Birliği Hukuku konusunda uzman olmasına rağmen, Alevilerin uğradığı haksızlıklar, katliamlar konusunda da açmış olduğu bir dava yoktur. Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine açtığı dava ise Derneklerimiz tarafından AİHM’de kazanılmış olan davadan sonradır. Sivas Katliamı davasına sahip çıkmadığı, bugüne kadar, Alevilik adına değil, insanlık adına katliamı kınamak için Madımak Oteli’ne bir karanfil bırakmadığı gibi, 2007 yılında Sivas’ta, 2 Temmuz öncesi AKP, BBP VE MHP’lilerin katılımıyla “kardeşlik Cemi” yaptılar. Yani proje Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim’i barıştırma projesidir. Bunun bir sonraki adımı  ise Hz. Hüseyin ile Yezit’i barıştırmadır. Yapılanda budur, söylemeye cesaret edemiyorlar. Alevilerin tarihsel bilinci, hafızası ve inancının buna izin vermeyeceğini bildiklerinden, ihaneti ustalıkla yerine getirmektedirler.  

Alevi asimilasyonunun en önemli aktörlerinden biri olan Reha Çamuroğlu’nun siyasal serüvenini toplumumuz yakından bilmektedir. 1993 yılından önce, Alevilik ve Alevi İnancı konularında ki  düşüncelerini Cem Dergisi ve birçok dergide yayınlanan makalelerinden oluşan “Günümüz Aleviliğinin Sorunları” (Ant Yayınları -1. Basım 1992 -2. Basım 1994) adlı eserinde bulabiliriz. Cem Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak yazdıkları, aynı zamanda Cem Vakfı’nın da düşünceleri olarak algılamak gerekir. Bu düşünceler, o dönemde bütün Alevi Örgütlerimizin savunduğu ve bizim halen savunduğumuz ortak düşüncelerdi. Bugün bu düşünceleri bizler savunmaya devam ederken “Alevi olmamakla, Ateist olmakla, Marksist olmakla” itham edilirken, kendileri Alevi asimilasyonunun birer parçası haline gelmişlerdir.

Şimdi konu başlıkları ile, Reha Çamuroğlu’nun Cem Dergisi’nde de yayınlanan görüşlerini  kısaca kamuoyuna aktarmak istiyorum. 1993 yılından önce savundukları Alevilik ile bugün savundukları Alevilik tezi ve geldikleri nokta açısından ibret verici açıklamalardır.

REHA ÇAMUROĞLU

“Günümüz Aleviliğinin Sorunları” (Ant Yayınları -1. Basım 1992 -2. Basım 1994)

Diyanetin Alevi Asimilasyonu:

“Diyanet’in sorumsuz yöneticileri “barış, kardeşlik, birlik” gibi Türkiye Alevilerinin her zaman sahip çıktıkları değerleri lafzen kullanarak ortaya çıkmış, Aylık Dergi’lerinde Aleviliğin “A”sını bilmeyen kimi insanları konuşturarak topyekün bir hareket başlatıp Aleviliği yeniden tanımlamaya girişmişlerdir. Diyanet’in tanımladığı Alevilik ise, tüm farkları, yani kendisini var eden tüm özellikleri elinden alınmış, aslında teorik varlığı yok edilmiş bir Aleviliktir. Yani Diyanet’in tanımladığı Alevilik, eğer gerçekten öyle olsaydı ne tarihte olurdu ve ne de bugün olmasını gerektiren bir neden olurdu

Diyanet’in Alevilik tanımı, içki, namaz, oruç, şeriat, cami vb. kavramlarda Aleviliğin tüm temel inançlarını yok etmeye dayanıyor. Onu basit bir Hz. Ali ve Ehlibeyt dostluğuna indirgiyor ve 1400 yılda oluşturduğu, geliştirdiği inanç sisteminin üzerini bir çırpıda çizmek istiyor. Bu arada bilerek ya da bilmeyerek tanımladığı Alevilik, sonuçta İran Şiiliğinden başka bir şey değildir”

Diyanet’in Alevilik konusundaki son yaklaşımı, Diyanet’le baş başa bir diyalogun Aleviliğe hiçbir şey kazandırmayacağını göstermiştir.” “Günümüz Aleviliğinin Sorunları” Sayfa:16-17-20

İslam Dairesi:

“Japon İslam Bilimcisi Tohihiko İzutsu İslam Dairesini Kuran-i Görüşü şöyle açıklar; Dairenin içindekiler Müslüman, dışındakiler Kafirlerdir. İslam Dairesinin ilk ve yalın biçimi budur. İslamiyet’in yayılışı ve Ebu Süfyan gibilerin İslamiyet’e geçişi ile İslam toplumunda yeni dönem başlamıştır. Hz. Muhammed’in sağlığında bu durum O’nun büyük otorite ve saygınlığı nedeniyle dengelenebilir bir huzursuzluk kaynağıydı.  Bu durumu, İslam Dairesinin içi, Müslüman ve yeni Müslüman, dışı ise Kafirler olarak gösterebiliriz. Hz. Muhammed’in göçmesiyle birlikte İslam toplumu bu büyük güce sahip denge unsurunu yitirir. Özellikle Hakem Olayı ile birlikte, çatışmalar başlayacak, farklılık patlak verecektir. Hariciler artık İslam toplumu içinde kendilerine Müslüman diyen Kafirlerden söz etmeye başlayacaklardır. İzutsu’ya göre onların İslam toplumuna bakışı şöyledir. İslam Dairesinin dışındakiler Kafir, dairenin içi ikiye ayrılmıştır. Bir tarafı Müslümanlar, diğer tarafı Kendine Müslüman Diyen Kafirler.”

“İslamiyet, kendini kabul ettirme aşamasında bir çok eziyet, zorluk altında iken, İslamiyet’in yayılması ile birlikte onun en büyük düşmanlarından biri olan  Ebu Süfyan’ın Müslüman oluşu bu dönüşümdeki en büyük sembollerden biridir. ..yağma ve talandan pay almak isteyenlerde kitleler halinde Müslüman olduklarını “kelime-i şahadet” getirerek beyan ederler. Her şeyden önce birer “dava adamı, kadını” olan ilk Müslümanlar bu yeni durumdan huzursuzluk duymamaları mümkün değildir. Yağma, talan ve buların yarattığı sonuçlar yine geçerlidir, bir farkla, artık bunları yapanlar kendilerine Müslüman demektedir….  her halükarda  Ortodoks İslam düşüncesinde bir İslam dairesi vardır ve onun dışındakiler içeriği zamana, mekana ve mezheplere göre farklı değerlendirmelerle “Kafir” olarak adlandırılır … bir İslam İlahiyatçısı “İslam dairesi”nin katı kuralları ile kayıtlı olarak Alevi- Bektaşi kitleleri olduğu gibi kabul edememekte, onların namaz, haç, oruç gibi ortodoks ibadetlere “alışmasını” beklemeden edememektedir.  Önerilen ise daha vahimdir. Alevi-Bektaşilerin bu ibadetler konusunda samimi görüşlerini söylememeleri, böylece İslam dairesi içinde kalmayı kurtarabilecekleri,… Yani daha açık bir deyişle, önerilen, ikiyüzlülüktür.”

“Her şeyden önce vurgulanması gereken husus, Aleviliğin dinsel bağlanma ve Tanrıya yönelme konusuna kişi temelinde baktığıdır. Dolayısıyla Tanrıya sevgiyle varılır. Sevgi kişiden kişiye değişen bir kuvvete sahiptir, toplumdan topluma değil…bu aynı zamanda toplumları ve toplumsal yaşamı dinsel kanunlarla düzenlemeye kalkışmamak sonucunu doğurur. Yani bir toplum dinsel kurallarla tanımlanamaz ve daireler içine alınamaz.”

“Alevilikte kişi kelime-i şahadet getirip getirmediğiyle, namaz kılıp kılmadığıyla değil, taşıdığı aşkla değer kazanır, o denli mümin olur. Bu anlamda Hırıstiyan, Budist, Yahudi, Taoist yada Tanrıtanımaz da mümin olabilir.” “Günümüz Aleviliğinin Sorunları” Sayfa: 32-33

NOT: (Japon İslam Bilimcisi Tohihiko İzutsu’nun şematik olarak anlattığı İslam Dairesi konuyu açıklıkla anlatmaktadır. İslam Dairesinin ilk ve yalın biçiminden sonra, İslamiyet’in yayılışı ve Ebu Süfyan gibilerin İslamiyet’e geçişi ile İslam toplumunda yeni dönem başlamıştır. Artık İslam Dairesinin temsilcileri ilk Müslümanlar değildir. Bu Dairenin içinde Ebubekir, Ömer, Osman, Muaviye ve Yezid gibiler vardır. Herhalde hiçbir Alevi Yezid ve Yezid gibilerle aynı dairenin içinde olmayı kabul etmez. İbrahim Karakaya )

Alevilik Gerçek İslam mıdır?:

“Alevi- Bektaşi inancı heterodoks bir dinsel inançtır. Heterodoks inançların en temel özelliği ise evrensel oluşlarıdır…Alevi- Bektaşi tarihinde bu durumun güzel örneklerini görebiliriz. Babailer Ayaklanmasına Hıristiyan katılımı bugün artık bilinmektedir. Şeyh Bedreddin olayında da böyle olmuştur. Balkanlarda Bektaşiliğin yayılımı sırasında birçok Hıristiyan 12 İmamla, 12 Havari arasında kavramsal bir akrabalık kurmuşlar. Mehdi’yi Mesih olarak bağırlarına basmışlardır.

Peki özünü insan kardeşiliği ve Tanrıyı insanda görmekten alan, “puta tapanda Allaha tapar” inancına bağlı olan Alevilik adına günümüzde bu bağnazlık nereden kaynaklanmaktadır? Alevi- Bektaşilik, Müslüman sembolik yapısı içinde kendini ifade eden ve İslam kültürel kuşağı içinde yaşamış, yaşayan heterodoks inancın adıdır. Bir Alevi ya da Bektaşi’nin “ben Müslüman’ım” deyişi bu gerçeklikten kaynaklanmaktadır. Yoksa diğer dinleri Müslümanlıktan aşağı görmesi değil. Bu anlamda “Alevilik gerçek Hıristiyanlıktır”, “Alevilik gerçek Museviliktir” demekte “Alevilik gerçek Müslümanlıktır” demek kadar doğru ve yine aynı oranda yanlış olacaktır.

Alevilik İslam tarihindeki bazı olaylara indirgenemez ve indirgenmemelidir. Bir örnek vermek gerekirse, Alevilik suni yaklaşımlara Hz. Hüseyin’in kanını güttüğü için karşı değildir. Aynı zamanda kurumsal dine, devletin elinde yada dünyevi iktidarların elinde oyuncak olan dine karşı olduğu için karşıdır…Anadolu Aleviliği Anadolu’da oluşmuş bir sentezdir. Bu sentezde Uzakdoğu dinlerinin, Şamanilik’in, antik Anadolu inanaçlarının, Hıristiyanlığın, Museviliğin ve şüphesiz Müslümanlığın bir çok unsurunu iç içe geçmiş, bir potada kaynamış olarak görmek kolaydır. Aleviliği insanlar, dinler,sınıflar, cinsler arasında ayrım yapmamayı sağlayan, onun hiçbir zaman zulme ortak olmamasını sağlayan unsurlarda bu sentezden kaynaklanır…Aleviliği anlamak için sadece İslam tarihine başvurmak hatalı ve yetersiz olacaktır…bu nedenle “Gerçek İslam Aleviliktir” demek hem tüm İslam mezheplerini aşağılamak ve hem de tüm diğer dinleri Aleviliğin alanının dışında görmek anlamına gelir. Böyle bir yaklaşım ise Aleviliğin tüm temel ilkeleri ile çelişir. “Gerçeği sadece biz biliriz” diyenlerden bugüne kadar beklide en çok Alevilik çekmiştir.” “Günümüz Aleviliğinin Sorunları” Sayfa: 40-41-42   

Cemevi ibadethane midir?:

Aleviler camilerde Hz. Ali ve Ehlibeyt sevgisi dile gelmediği için camiye gitmiyorlar. Bu yapıldığı takdirde onların camiye gitmesine süngüyle dahi önleyemezsiniz”. İşte bu iki cümle son aylarda sarf edilmiştir. “Aleviliğin bizden hiç farkı yoktur” şeklinde özetlenebilecek Truva Atı cümle, bu konuda ortaya atacakları soru ve cevapların temelini oluşturmaktadır.

Alevilik ile Sünnilik ve Şiilik arasındaki fark Hz. Ali ve Ehlibeyt’e duyulan muhabbetten ibaret olarak görülüyorsa, böyle düşünenler hiç Alevilik adına zahmetlerde bulunmasınlar, Alevilik yok olmuş demektir.

Yine bu tartışmalar sırasında şu çarpıcı gerçek açıkça ortaya çıkmıştır, bu gerçeğin en önemli tanığı da Anadolu Alevilerinin ezici çoğunluğu olmuştur. Aleviler camiye gitmezler ve Alevilik var oldukça da gitmeyecekler. Neden?

Sorunu cevabı ise Aleviliğin Tanrı ve ibadet anlayışında yatmaktadır. Tasavvuftan devraldığı vahdet-i vücut anlayışıyla, Alevilik, Tanrı’yı evrenin her yerinde gören bir anlayışa sahiptir. ..Alevinin hayatının ta kendisi ibadettir. Böyle bir anlayışta camiye gidip, namaz kılıp, oruç tutup şekli ibadetleri yerine getirip vicdan rahatlatma olanağı yoktur. …Aleviler, cemevine Ortodoks Müslümanların camiye, Hıristiyanların Kiliseye gittikleri gibi gitmezler. Cemevi… yaşamı ibadet olanların, temiz vicdanlarını karşılıklı ilişkiye açtıkları toplumsal bir ortamdır. Kutsal olan cem ayinidir, semahtır, fakat esas olarak niyazdır, kısacası aşktır.  “Günümüz Aleviliğinin Sorunları” Sayfa: 67-68-70
 
Alevilik ve sol üstüne:

Alevilik siyasi bir düşüncenin adı değildir. Alevilik dinsel bir inancın ve o inanç çerçevesinde oluşan bir kültürün adıdır. Dinsel inanç ve düşünceler ise siyasi inanç ve düşüncelerle kolaylıkla tercüme edilemezler. Türkiye’nin Alevi kitleleri sol kavramıyla tanıştığında takvim 1960’ları gösteriyordu. Türkiye’de sağ, demokratik özgürlüklerin, inanç ve düşünce özgürlüklerinin karşısında ter aldığı sürece tarihi boyunca İslam’ı yorumlarken  gereksindiği biricik şey özgürlük olan Alevilik, şüphesiz solun yanında yer alacaktı. Bu konuda pişmanlık dilekçeleri vermeye, solun yanında yer almanın hata olduğunu vurgulama gayretlerine hiç mi hiç gerek yoktur. Alevilikte düşkünlüğün koşulları her ne kadar yeniden ele alınmaya muhtaçsa da, o kadar belirsiz de değildir. Siyasette şunu söyleyebiliriz; zulümden, işkenceden- hangi koşulda olursa olsun- diktatörlükten, terörden yana olan Alevi, yol düşkünü olmayı hak etmiştir. “Günümüz Aleviliğinin Sorunları” Sayfa: 79-80-81  

Anadolu Aleviliğinde ALİ…:  (Cem Dergisi’nin 7. sayısında yayınlanmıştır.)

“…İnandığım Hz. Ali’de sembolleşen zulme ve haksızlığa karşı mücadele ruhunun, adalet severliğin O’na inananlar içinde yeniden hayat bulacağı ve yeniden fışkıracağıydı. Pir Sultan Abdal, Hz. Ali’nin ölümünden yüzlerce yıl sonra “Yemen’den öte bir yerde, daha Düldül savaştadır” derken bu gerçeği dile getiriyordu. …Anadolu Aleviliği, imanın biçimlerde aranmayacağını bilen  bir inançtır. Hz. Ali konusunda da durum böyledir. O’na bağlılık, O’nun her yaptığını yerli yersiz, zamanlı zamansız tekrarlamak, taklit etmek, insanın hür iradesini bir kenara bırakmak değildir. Aynı Hz. Muhammed’e olan bağlılıkta olduğu gibi. Bir Anadolu Alevisi, nasıl ki yorumlama özgürlüğünü bir kenara bırakarak, Kuran’ın batınına (iç anlamına) değil, zahirine ( görünen, dış anlamına) bağlanmayacaksa Hz. Ali’ye de şeklen değil, bir bütün olarak ifade ettikleri ile bağlanacaktır.

Anadolu Aleviliği için Kuran, Hz. Muhammed ve Hz. Ali kutsaldır. Yalnız bu kutsallık, her üçünün de taklidini getirmez. Hz. Muhammed’in kutsal oluşunun, dişlerin misvakla temizlenmesinin ya da erkeklerin çok eşli evliliğinin kutsallığını gerektirmediği gibi. Çünkü Anadolu Aleviliği Hz. Muhammed ya da Hz. Ali’yi zaman ve mekan içinde dinsel işlevler yüklenen tarihsel kişilikler değil, zaman ve mekanı aşan, soyut kişiler, aşkın semboller olarak görür. … Hz. Ali’ye bağlılık O’nun Batıni mesajına duyulan bağlılıktır. Tarihsel ya da somut Hz. Ali 661’de göçmüştür. Ama unutulmasın;

Hazreti Şahın avazı
Turna derler bir kuştadır
Asası Nil deryasında
Hırkası bir derviştedir…
Yemen’den öte bir yerde
Daha Düldül savaştadır.”
 

“Günümüz Aleviliğinin Sorunları” Sayfa: 115-116-117  

Tanrı ve Alevilik: (Cem Dergisi’nin 8. sayısında yayınlanmıştır.)

Her şeyin canı vardır” Anlayışı Anadolu Aleviliğinde bu yaklaşıma güzel bir örnektir. Taşın, dağın, ırmağın, ağacın canı, yani ruhu vardır. Aleviliğe göre ruh ve madde birbirinden ayrılmaz ve ruh, maddeyi bütüne, birliğe yani “Tanrısal öze” bağlayan unsurdur. ..Alevi’nin Tanrı kavramı Ortodoks dinsel inançların tanrı kavramından farklıdır… eğer tanrı olmasaydı Alevi O’nu yaratırdı…Alevilikte Tanrı bir erektir. İnsan-ı Kamil Tanrı’ya ulaşmakta bir köprüdür. Aleviliğin Tanrı anlayışı ne Aydınlanma Düşüncesi ile, ne Pozivitizm’le, ne Materyalizm’le, ne Varoluşçuluk’la yok edilebilecek bir Tanrı anlayışıdır. “Günümüz Aleviliğinin Sorunları” Sayfa: 122-123

Kentleşme ve Alevilik: (Cem Dergisi’nin 6. sayısında yayınlanmıştır.)

“Bugün bizim devraldığımız Alevilik, birçok farklı akımın zengin bir potada erimesinden  oluşmuş rengarenk bir mozaiktir. Bugün ayrı birer kimlik olarak var olmayan birçok inanç, Alevilik içinde erimiş ve erirken ona yeni renkler kazandırmıştır. Bunlara baktığımızda eski Yunan ve eski İran şehirli, Şamaniliğin göçebe olduklarını görebiliriz… Alevilik köylü yada şehirli değildir. Bir inanç sistemi olarak bu sosyolojik kategorilerinden birine bağlanamaz. Aleviliğin Anadolu ve Balkanlardaki tarihi, hem kırsal hem kentsel kökenli binlerce Alevinin ürünleri, ilişkileri ve eylemlerine tanıktır… çoğunluğu Ocaklı kökenden gelen Anadolu Aleviliği kendi geleneklerini ve artık inancıyla iç içe geçmiş kültürel öğeleri şehirde geliştirebilir, yaşatabilir mi? Düşkünlük kuralları ya da musahiplik şehirde devam edebilir mi? Hemen şunu vurgulayalım, bu kural ve kurum yüzyıllardır şehirlerin göbeğinde Bektaşilerin kolları ve belirgin mekanları reddeden Kalenderiler tarafından sürdürülmüş ve uygulanmıştır. Düşkünlük kuralının uygulanışı, düşkün olanı köyden uzaklaştırmak şeklinde olmuştur diye, bu belirli yaşam koşullarının dayattığı biçimi sürdürmemek, düşkünlüğün özünü, yani belirli bir ilke ya da temel normu çiğneyen kişiyle toplumsal ilişkileri kesmeyi engellemez.

Türkiye’de Cumhuriyet yönetiminin belki de en tek yanlı kararlarından biri camilere dokunulmazken (dokunulmasına biz de karşıyız) tekke, zaviye ve dergahların kapatılmasıdır. Bu kararla Ortodoks İslam, örgütlenmesinin en azından çekirdeğini korurken, Heterodoks İslam’ın  elinde ki örgütlenme ortadan kaldırılmıştır. Dernekler, federasyonlar vb. dernekler yasasına uygun “dünyevi” örgütlenmeler Alevi toplumuna birçok yarar getirmiş, getirmektedir… Alevilerin “doğal” örgütleri olan dergahları, cemevlerini, bunların çevresinde düzenlenmiş toplumsal, kültürel mekanları….yeni koşullarda kendisini yenilemesi, günün koşullarına göre yenilikler kazanması, ancak o inancın itikadi uygulamalarının bu koşullarda yeniden düzenlenmesinden geçer. Buda onun inananlarının tartışmasını, sohbet etmesini, bu yenilikleri topluca denemesini ve belirli gelişmelerde karar kılınmasını gerektirir. Bunun için de mekanlar, toplumsal mekanlar gerekir.   “Günümüz Aleviliğinin Sorunları” Sayfa: 122-123

Yukarıdaki görüşlere bizim eklediğimiz hiçbir yorum ve ekleme yoktur.

Bugün Alevi Örgütleri arasında ki ayrışmanın nedeni, geleneksel Aleviliğin tanımlamasında değildir. B.O.P. kapsamında ülkemizdeki toplumsal kesimlerin yeniden şekillenmesinde, sisteme yedeklenmiş bir Aleviliğin ve Alevi asimilasyonuna hizmet edenlerle, Alevi inancını ve O’nun tarihsel davranış biçimini sürdürmek için direnenler arasındaki mücadeledir. Bu zorlu ve bir o kadar da onurlu mücadele sürecektir. Alevilere, kurumlarımıza ve kurum temsilcilerimize çok önemli görevler düşmektedir.  

Atilla Erden Hocamızın bir Alevi Dedesinden aktardığı ve Alevi olmanın, insan olmanın gereklerini anlatan aşağıdaki sözleriyle bitirmek istiyorum.

Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır.

Bu nedenle;

• Bir lokma ekmek için şerefini ayaklar altına almaya,
• Bir anlık zevk için namusunu kirletmeye,
• Bir zamanlık mevki için el ayak öpmeye,
• Günlük menfaatler için faziletini karartmaya değmez.

Dostlukla… 08.12.2008

İbrahim KARAKAYA / Alevihaber.com

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.