Bu kadar cehalet ancak profesörlükle olur
Bu kadar cehalet ancak profesörlükle olurRıza Zelyut / Güneş (...) Yazar, Yavuz ile İsmail arasında dolaşırken öyle ifrit bir Yavuz taraftarı...
Bu kadar cehalet ancak profesörlükle olur
Rıza Zelyut / Güneş
(...) Yazar, Yavuz ile İsmail arasında dolaşırken öyle ifrit bir Yavuz taraftarı oluyor ki, Anadolu Türkmenleri hain, İsmail, anasını boğduran bir katil, şan- şöhret düşkünü, Yavuz ise sureti haktan bir Türk kahramanı...
Türkiye, kendi iç barışını kurmak zorunda. Bunun için de tarihten düşmanlık üreten zihniyet terk edilmelidir. Ne acıdır ki demokrasinin yerelleşmesi gibi gösterilen cemaatçilik; toplumsal barışı dinamitlemede şimdi birinci oyuncu haline geldi. Bu kesimin kontrol ettiği sözde aydınlar ve yazarlar, Türkiye'yi Orta Çağ zihniyetinde tutmak için akla gelebilecek her yolu deniyorlar. Ne mi demek istiyorum?
Pir Sultan Vakfı Başkanı Murtaza Demir; 'Mehmet Ali Erbil'i bırak, fitne tohumları eken İskender Pala'ya bak' başlıklı gayet iyi hazırlanmış bir elektronik mektup yollamış. Sayın Demir bu makalesinde Zaman Gazetesi yazarı, 'profesör' unvanlı İskender Pala'nın 'Şah & Sultan' adlı kitabını irdelemiş. Diyor ki: 'Beş yüz yıl önce olup biten olaylar üzerinden yola çıkarak Şah İsmail ve Alevi-Kızılbaşları, yani bizleri, ceddimizi, geleneğimizi, kültürümüzü, inancımızı aşağılamaya çalışıyor. (...) Yazdığı konuyu bilmesine bilmiyor da, Türkmen'e ve Türkmen'in geçmişine söverken, Türk'ün geçmişine sövdüğünü de mi bilmiyor acep! (...) Adam, (...) tv.lerde kanal kanal gezip 'Alevileri ne kadar sevdiğini, bu yurttaşlara mumsöndü denilerek iftira edildiğini' söyleyerek kitabının ticari reklamını yapıyor. Oysa kitabında hem de onlarca kez 'mum söndü' iftirasını ince ince kendisi tekrar ediyor! M. Ali Erbil'in yaptığı, bu adamın yazdıkları karşısında gerçekten çok masum kalıyor: kitap, baştan sona yalan, komplo, iftira... Alevilerle ilgili kinini, İsmail'i bahane ederek kitaba öyle bir kusmuş ki! (...) Yazıklar olsun!'
BİLMEDİĞİNİ YAZIYOR
Murtaza Demir, kendisini edebiyat profesörü sanan İskender Pala'nın bilgisinin ne kadar yüzeysel olduğunu da kitaptan örneklerle gösteriyor. Diyor ki: 'İsmail'e 'şeyh'; taliplerine de 'mürid' diyor. (Sayfa 26) oysa Alevi-Bektaşi terminolojisinde şeyh de yoktur: mürid de...
Bu silsilenin doğrusu; 'şah, mürşit, pir, rehber ve talip'tir...'
Hazret Aleviliği yazıyor ama yirmi milyon Alevinin içinde danışacağı (...) bir Alevi bulamıyor, (gidiyor) Diyanet İşleri Yönetim Kurulu İlyas Üzüm'e... (...) Danışmanlığını ise yine kendi ekolünden biri olan İlyas Bey yapınca, olanlar oluyor...
Başlıyorlar şeyhliği yüceltip, şahlığı aşağılamaya... Şah Cüneyd'i, Şah Haydar'ı, Şah İsmail'i ve bütün şahları şeyh ve hatta şıh yaparak, Hatai'yi 'Hıtayi'ye' çevirerek, bozarak, tahrif ederek, sapları samana katarak, gerçeklerin üzerinde yuvarlanarak, tepinerek koskoca bir Alevi-Türkmen-Türk mirasını-külliyatını karartmaya çalışıyorlar. Ne adına? Arap emperyalizmi olabilir mi? (...) Gerçekten Alevi yoluna o kadar yabancı ki, on dördünde bir kız çocuğu olan Bihruze'yi 'musahiplik cemine' alıyor, görgüden geçiriyor ve Şah İsmail'le musahip yapıyor... Görgü ceminde olan bitenlere bakın: bu 'coşkulu cem ve zengin dem ile talipler kendinden geçiyor, sonra gelin ve güveyler kalkıp semaha duruyor... O arada Aka Hasan, Kamber Can'ın sırtına vuruyor ve görgüden geçmekte olan Şah'ın eşi Bihruze'yi işaret ederek soruyor: 'Taçlı Hatun'u beğendin mi?' (s. 69)
Adamın 'kitap' diyerek yazdığı kusmuk bu işte!
Sanki oradaki insanlar ibadethanede değil, Gülhane Parkında alem yapıyorlar! Prof. eğitimli biri, bir ibadet hakkında böyle düşünür, yazarsa, sokaktaki adamlar, Mehmet Ali'ler, Güner Ümit'ler ne demez?
Yazar, yol ve ibadetleri 'içki içip kendinden geçen insanlar' anlamına gelecek imalarla kirletip, topluma zehirli örnekler veriyor... Devam ediyor: 'Zengin demin (içki) heyecanıyla oturdukları yerden dem tutanlar da yavaş yavaş kendilerinden geçiyorlardı. Aka Hasan ile birbirimize baktık ve dolularımızı tazeleyip meydanın uzak bir köşesine çekildik. ...hadi anlat dedim...' (s. 70)
'Dolularını tazelerken' sanki barmenden bir duble rakı istiyor! Sohbeti, muhabbeti, badeyi, doluyu, kaba bir biçimde tasvir ediyor, içki içip sızmak, kendinden geçmek sanıyor. (...)Yazar, Yavuz ile İsmail arasında dolaşırken öyle ifrit bir Yavuz taraftarı oluyor ki, Anadolu Türkmenleri hain, İsmail, anasını boğduran bir katil, şan- şöhret düşkünü, Yavuz ise sureti haktan bir Türk kahramanı... Oysa biraz zeki ve okuduğunu anlayan her insan, kimin Türk olduğunu anlamak için, bu şahsiyetlerin yazdığı birer şiiri yan yana getirip bakar ve kolaylıkla bir kanaate varır.(...)
Güneş - 01 Kasım 2010
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.