BİR RESMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ!
Bu resim, Şiileşmeye doğru açıktan ilk pratik adımı atan Viyana’daki “Müslüman Aleviler”in kendilerini “kanıtlamış” olmanın “Hac” resmidir!
BİR RESMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ!
Resim konuşur mu? Evet, konuşur. Bir resim bize bin kelime ifade eder. Bir resme baktığınızda, o sizi yaşanmış hayatınızın değil sadece, yaşamadığınız geçmişinize ve gelecek hayallerinize de götürür. Bir resim insanı sevincin ve umudun doruğuna çıkarabileceği gibi, üzüntünün ve karamsarlığın derinliklerine de gömebilir. İşte Viyana’daki “Müslüman Aleviler”in İran’a, Necef'e ve Kerbela'ya “Hac’ca” giderken çektikleri aşağıdaki resim, insanı üzüntünün ve karamsarlığın derinliklerine gömen resimlerden biridir. "Her şeyi kendinde ara"mak yerine, terk-i diyar olup başka yerlerde aramamanın resmi...
Şöyle devam edelim: Önce, eğer Alevi’yseniz ve hatıralarınızda kalmışsa, zihninizin objektifini geriye çevirerek size en yakın olan ailenizin geçmişine bir bakın. Buradan devam ederek, kendi köyünde ve şehrinde yaşayan anne ve babalarınızın ve daha da geriye giderek nenelerinizin ve dedelerinizin genel ve doğal yaşamına, bu genel yaşam içindeki – varsa veya olduğu biçimiyle – inançsal yaşamına bakın. Ve onların algılarını gözünüzün önüne getirerek çok yönlü düşünün.
Sonra, eğer “boşver”memişseniz ve az veya çok bilginiz varsa, Alevi öğretisinin ilkelerine, bu ilkelerin temelini oluşturan kuramcıları ve kurucuları olan, başta Hallac-ı Mansur ve Serçeşme Hace Bektaş Veli olmak üzere can pahasına mücadele eden Yunus’un, Kaygusuz’un, Nesimi’nin, Maşuki’nin ve diğer Pir’lerin ve önderlerin bize ulaştırdığı o taviz vermeyen, tanrıya yakaran değil, tanrıyı yargılayan felsefi duruşlarını görün:
“En-el Hak = Ben tanrıyım!”, dediği için darağacına götürülürken halka dönerek, “Ey halk, beni bu tanrının zulmünden kurtarın!”, diyen hallac-ı Mansur’u hatırlayın.
“En büyük Kâbe, insanın kalbidir. En büyük kitap, insanın sözüdür”.
“Her ne arasan, kendinde ara: Kudüste, Mekke’de, Hac’da değildir”, (biz ekleyelim: İran’da, Necef’te, Kerbela’da değildir) diyen Serçeşme Hace Bektaş Veli’yi hatırlayın.
“Yunus Emre, der Hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir” ...
“Ne Kâbe’ye varalım
Ne mescite girelim
Ne su ile yunalım
Tümüdür illetimiz”, diyen Yunus Emre’yi hatırlayın.
“Ey vaiz efendi, Harabi der ki
Dinle bu sözümü, bilmezsin çünkü
Ben öyle bir mukaddes Kâbe’yim ki
Kâbe gelsin bana tavaf eylesin”, diyen Harabi’yi hatırlayın.
“Dost senin yüzünden özge
Ben kıble-i can bilmezem
Pirin hüsnünü (yüzünü) severim
Bir başka iman bilmezem”, diyen Kaygusuz’u hatırlayın.
Sanırız buraya kadar aktardıklarımız, aklın ve bilimin yolundan giden Alevi öğretisinin omurgasını yeterince görülebilir durumda ortaya koyuyor. Şimdi bir de, bu ölçüleri akılda tutarak, Viyana’daki “Müslüman Aleviler”in görselde yayınladığımız resmine bakın. Bu resimde görünen bir “turist grubu” değil. Gittikleri yer, bir “doğa turu”, bir “deniz kenarı” veya UNESCO korumasında olan bir “tarihi kent” de değil. Yani bu “turizm amaçlı” bir gezi değil.
Peki bu resim neyi gösteriyor, amacında ne var?
Bu resim, şiileşmeye doğru açıktan ilk pratik adımı atan Viyana’daki “Müslüman Aleviler”in kendilerini “kanıtlamış” olmanın “Hac” resmidir. Muhtemelen oradaki camide birkaç rekât namaz kılmış ve dualarını da yapmışlardır. Her toplumsal kümede olduğu gibi Aleviler’in içinde de, değerlerin ifadesi olan ilkeleri ayak altına alanların hangi değer-dışı noktada duracağını ne bu aktörlerin kendileri, ne de bunların dışındaki hiç kimse bilemez.
Viyana’daki – veya başka bir yerde de olabilir – “Müslüman Aleviler”in durumu budur. Bunlar 2015’te “Müslüman Aleviliğe” ilk adımı attılar. Avusturya’da, sadece Viyana’da bulunan derneğin kapısına “Müslüman Aleviler” (Alevitische Islamische Glaubensgemeinschaft) tabelesini resmen astılar. İçeriden ve dışarıdan gelen yoğun tepkilerin baskısı karşısında, üç ay sonra bu tabeleyi indirdiler. Fakat bir avuç kişi tarafından uzun vadeli kurgulanmış “Aleviler’i şiileştirerek müslümanlaştırma” stratejisi devam ediyor. İşte resimdeki ilk göze çarpan görüntü ve imaj budur.
Resimde göze çarpan çok önemli bir görüntü ve imaj daha var: Kadınlar! Resimdeki kadınlar Alevi’ydi ve Alevilik’teki özgürlüğü anlayabildikleri kadar yaşamışlardı. Fakat ister “bir deneme” deyin veya “mecbur kaldı” deyin, “din-ahlak” adına kendini kapatmış bu Alevi kadınların, özgürlüğü ve kadının kişiliğini yok sayan, ayağına pranga vuran bir ideolojiye “bir kere” olsa dahi uymaları ve karasından çarşaflanarak poz vermeleri düşündürücüdür. Öyle ki, özgürlük istedikleri için idam edilen, şeriat yasalarından zulüm gören ve hapislerde onlarca yıl tutsak edilen kadınların feryadını Alevi kadın olarak kalbinde hissetmeyecek kadar kendi kadınlığına yabancılaşmış olmak, üzüntüden öte en acı olandır.
RIZA ALGÜL
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.