Bir imamımız eksikti!

Bir imamımız eksikti!

Bir imamımız eksikti! M. Kâmil Bal / EvrenselAnayasamızın ikinci maddesinde de yazılı olup, değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek maddelerden biri...

A+A-

Bir imamımız eksikti! Bir imamımız eksikti!

M. Kâmil Bal / Evrensel

Anayasamızın ikinci maddesinde de yazılı olup, değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek maddelerden biri olan “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” ibaresi, artık, bütün yönleriyle dökülmeye başladı. Bu cümle, elbette, çağdaş her anayasada mutlaka bulunması gereken ve olmazsa olmazı ifade eden bir ihtiyacı içermektedir. Ama uygulamalara bakıldığında öyle mi ya?

Diğer özelliklere pek değinmeden belirtecek olursak, Türkiye Cumhuriyeti’nde “laiklik” anlayışı, işin başlangıcından beri yanlış ve yanıltıcı bir özellik arz etmektedir. Hilafetin kaldırılması, medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılmasının ardından kurulan ve hükümete bağlı olarak çalışan “Diyanet İşleri” kurumu, bunun, en somut göstergesidir. Hilafet kaldırılmış, güya bu sayede belki, din devleti olmaktan çıkılmış ama ne yazık ki, İslam’ın belli bir mezhebi (Sünnilik), devlet dini konumuna getirilip, din işleri, devletin denetimine alınarak, hükümetlerin eğilimlerine terk edilmiştir. İmam hatip liselerinin, İslam enstitülerinin, Kur’an kurslarının açılıp, giderlerinin devlet bütçesinden karşılanması; mezunlarının devlet kurumlarında görevlendirilip, maaşa bağlanması hangi “laiklik” anlayışı ile bağdaşıyorsa, bu, seksen yıllık Cumhuriyet dönemine böylece damgasını vurmuştur.

Oysa ilkinden bugünküne kadar tüm Anayasa metinlerinde; “T.C demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” denildiği gibi, Anayasanın başlangıç bölümünde de, “Laiklik ilkesinin gereği olarak, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı(…)” belirtilmektedir. Din ve vicdan hürriyetinden, eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimlerine; çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre ve devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağına kadar da açık ve anlaşılır hükümler vardır, Anayasa metinlerinde. Ama devlet, imam hatipler, Kur’an kursları, İslam enstitüleri açarak, müftüleri, imamları, müezzinleri devlet memuru yaparak, belli bir mezhebin inançları doğrultusunda hizmet vermeye; diğer inanç ve yönelişleri ötekileştirerek, yok saymaya devam edegelmiştir. Bu, işin genel görüntüsü…

Genel görünüm bu durumda iken, AKP Hükümeti (Misyonuna da uygun olarak), işi daha da ileri götürerek, imamları camilerinden çıkarıp, evlerimize kadar sokmaya çalışıyor, bu günlerde. “Aile İmamı” kavramı, oldukça iyi düşünülmüş bir açılım! Nasılsa, her mahallede bir cami, her camide de günde beş vakit namaz kıldırmaktan başka bir işi olmayan birer imam hazır. Bu kişilere, boş zamanlarında yapacakları bir iş vererek, yörelerindeki ailelerin dini eğilimlerini saptayıp, fişletmekten kârlı ne olabilir? Projeye göre, bu imamlar, sadece saptamakla kalmayıp, bulundukları yörelere uygun sosyal aktiviteler planlayıp, uygulayabilirler de. Bunlar arasında konferanslar, sportif-kültürel etkinlikler, hatta piknik düzenlemek bile olabilir. Kısacası imamlar sadece camilerdeki görevleriyle yetinmeyip, mahallenin sosyal konulardaki yönlendiricisi, danışmanı olurlar. Bu tasarımlar elbette ki benim kafamdan çıkmıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı Sosyal Açılımlı Din Hizmetleri Birimince, pilot bölge seçilen beş ilde uygulamaya geçilmiş bile. Sonra da tüm ülkede uygulanacakmış.

Sanırım, bu çalışmaların tümü, bütün mahalle halkının “Müslüman” varsayılması üzerinden planlanmaktadır. Tek tek aileler hedef alınarak hazırlanacak sosyal aktivitelerin genel amacı ise, İslami kuralların ve yaşam tarzının bireylere benimsetilmesi ve sahiplenilmesinin sağlanması olacaktır. Bunun için de, mutlaka, yardım-dayanışma adı altında iş bulma vaadi, maddi destek vb. “rüşvetler” de ihtiyaç sahiplerine birinci elden ulaşma fırsatı bulacaktır. Üstelik bu kez evlere girilmiş olacağı için, herkese ihtiyacı olan verilecek; “rüşvet”, buzdolabı-çamaşır makinesi olayındaki gibi sırıtmayacaktır. Arada bir istenmeyen durumlarla da karşılaşılacaktır, elbette. İmamları evlerine sokmak istemeyen aydın, ilerici, demokrat kesimlere, Sünni olmayan ya da İslam dışı inançlara sahip ailelere de rastlanacaktır. İşte, o zaman da imamın görevi, bu çevrelerin fişlenmesi olacaktır, mutlaka. Ondan sonrasının ne olacağını ise, şimdiden belirlemek, olası değil…

“Laik” olduğu iddia edilen bir devlette, “Diyanet İşleri Başkanlığı” gibi bir kurumun varlığı bile bu iddiayı çürütmeye yeterliyken, bir de “Aile İmamı” uygulaması, insana pes dedirtiyor, doğrusu. Halbuki, bu ülkede Müslüman olmayan vatandaşlar da yaşıyor. Müslüman fakat Sünni olmayan milyonlarca Alevi yurttaşımız da var. Ama nasıl oluyor da “laik” olduğu iddia edilen devlet, bunların ödediği dolaylı ve dolaysız vergilerle oluşan bütçeden, sadece belli bir inancın mensuplarına hizmet ve onun propagandasını yapabiliyor? Bu durum laiklikle nasıl bağdaştırılabiliyor, bilemiyorum…

Gerçi, devlet okullarının çoğunun başında imam hatip kökenli müdür-imamlar var. Hükümetin başı, çoğu bakanlar, genel müdürler ve müsteşarlar da öyle. Hatta, galiba Cumhurbaşkanımız da imam hatip kökenliymiş. Hanefi Avcı’nın iddiasına göre, polis teşkilatında, yargıda, orduda bile birim örgütlerinden sorumlu ve aynı zamanda yetkili “imam”lar varmış.

Böyle olunca, insan biraz rahatlıyor ve “Mahalle imamının evlere girmesini fazla yadırgamamak gerekir” diyesi geliyor. Sanki bir imamımız eksikti, evimizde…

M. Kâmil Bal (İzmir)

Evrensel - 7 Ekim 2010

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.