Bir Fizikçinin Yaşadıkları

Bir Fizikçinin Yaşadıkları

Bir Fizikçinin YaşadıklarıFehmi SALIK       Değerli bilim adamımız Fizikçi Prof. Dr. İrfan AÇIKGÖZ,...

A+A-

Bir Fizikçinin YaşadıklarıBir Fizikçinin Yaşadıkları

Fehmi SALIK
      
Değerli bilim adamımız Fizikçi Prof. Dr. İrfan AÇIKGÖZ, o güzelim yazısının başlığını, bir soru tümcesiyle oluşturmuş:        
Keşke gerçeklerin kapısını açmak için sağlam deneylerin yapıldığı çağcıl bir Laboratuvar olsaydı ülkemiz.

Dr. İrfan'ın kalemiyle bu laboratuvar çizilmiş; enlemi/boylamı saptanmış; deney masası hazır; büyük ölçekli bir ülke haritası önümüze konmuş; öznesi insan olan olaylar art arda sıralanmış; bu öznenin kişiliği, mayası, işlevi değişik sınıf katmanlarını oluşturan bireylerin görüşlerine içtenlikli bir biçimde sunulmuş..

Bu tür toplumsal laboratuarlarda insanlık uğruna yapılan deneylere  insanım  diyen her bireyin katkıda bulunması, güç vermesi, elde edilen sonuçtan yararlanması, aslında onun başta gelen görevidir.  Uzak durayım; aman tüp batlar; elektrik çarpar; gaz sıkışır  düşüncesinde bocalayıp  "adam sen de, neme lazımcılık"  gibi benzeri tutum ve davranışlar, bizleri bu  "kör ve topal gidiş" ten kesinlikle kurtaramaz.
      
Dr. İrfan'ın yazısı, fizikçi bir kalemin çerçevesini çizdiği gerçekçi bir ayna olduğu kadar, yazınsal bir tat da bırakıyor belleklerde.
      
Bir yazımda  "insanoğlunun tanımı henüz tam olarak yapılamamıştır"  demiştim. Ne denli doğru söylediğimi bugün bir kez daha iyice anladım. Şu  "gizli belgeler"e bakın bir.  Ateş olmayan yerde duman tütmez  demiş büyüklerimiz. Ben böylesi insanlarla çağdaş olduğum için gerçekten utanıyorum. Her gün birbirleriyle el sıkışan, yüz yüze gülüşen, birbirlerine övgülerde bulunan, arkadan da birbirlerinin kuyularını kazan şu insanlara bakın; şu devlet adamlarına bakın; uygulanan yöntemlere bakın. Peki, bu tür kişiliğe sahip olanlar, bulundukları makam uğruna köyleri yıkmaz da ne halt eder? Ormanları yakmaz da yeni orman mı üretir? Cana kıymaz da bağışlayıcı, paylaşımcı, eşitlikçi mi olur?
      
Bana göre kişiler, ya da kurumlar, bu etnik ve inanç ayrımcılığı hastalığından kurtulmadıkça; bu pis, bu bencil çıkar duygusundan sıyrılmadıkça; oluşturulmaya çalışılan bu güzelim laboratuvarlarda yapılan tüm deneyler, beklenen ya da amaçlanan sonucu, ne yazık ki veremeyecektir. Çünkü tüpler, bu insafsızların elleriyle patlatılıyor hep. Deney için kullanılan araç/gereçler, bunların bilgisi dâhilinde laçkalaştırılıyor. Oluşturulmaya çalışılan laboratuvarlar, bunların topu/tüfeğiyle yıkılıyor.
      
Dr. İrfan, yaşadıklarımızı güzel bir kompozisyonla harmanlamış; yazının sonunda bir  "yüzleşme"den söz ederek şöyle bir soru yöneltmiş bize:  Ne dersiniz, bu kadar cesaretimiz var mı?
      
Bu fizikçi sorusuna, bir edebiyat gözlüğüyle bakmak istiyorum:
      
Edebiyat, sanatın en güzel kollarından biridir. Bu kolun sarıp sarmaladığı alanda kin yoktur; garez yoktur; ikiyüzlülük yoktur; ırk, cins, dil, din ayrımcılığı yoktur. Edebiyat, insanları ötekileştirmez; insanların budunsal yapılarını yadsımaz; inançlarıyla oynamaz; kendisinden olmayanları, kendileri gibi düşünmeyenleri kınamaz; onları yaralamaz; aşağılamaz. Ama ne yazık ki kendilerini  dev aynaları yla sunmaya çalışan kimileri, hemen hemen her devirde  cüce liklerini gösterip kinlerini kusmakta bir sakınca görmemişlerdir. Ömer Seyfettin'ler, Haldun Taner'ler, İsmet Özel'ler, İskender Pala'lar, inanç alanında toplumun üstüne "nifak tohumu"  serpmekten büyük zevk almışlardır. Şunu kesinlikle söyleyebilirim: Bu tür yazarlar ve bunların artçıları, gelecekte kendi çocuklarınca da  hayırlı  bir biçimde anılmayacaklardır. Bunlar fitneci, kışkırtıcı ve kıyacıdırlar. Çıkarlarına dokunuldu mu anında feveran ederler. Ama kendileri acı çektirmekten, kırmaktan, parçalamaktan kesinlikle geri durmazlar.
       
Naipaul adlı, Nobel ödüllü bir yazar, yıllar önce yazdığı bir kitabında Müslümanlıkla ilgili bir yorumu için ülkemize sokulmadı.
      
İnsan şimdi sormak zorunda kalıyor: Peki, bre kalemşorlar, bre Hilmi Yavuz, başını şöyle bir çevirip de  Şah ve Sultan'ı yazan İskender Pala arkadaşına niye bir şeyler söyleme gereğini duymuyorsun? Bu denli duyarlı biriysen, koca bir toplumun inancını aşağılayan biriyle nasıl bir arada olabiliyorsun? Yoksa Alevilerin inancı, inanç değil midir?
      
Benim sorduğum gibi değerli meslektaşım Orhan Miroğlu da soruyor:
       
Ey Naipaul'a linç törenine kalemleriyle katkı sunanlar, sorarım size: Batı sömürgeciliği döneminde, hangi sömürge halkın kendisi de, dili de, kültürü de yüzyıl boyunca sistemli olarak inkâr edildi? Hangi sömürge ülke, sömürgeleştirdiği bir halkı, yüzyıl boyunca  yeryüzünden silmek için yığınla proje- program tasarlayıp durdu; katliamlar yaptı?..
      
Gerçek bu değil mi şimdi?
      
Orhan Pamuk'un başına gelenlerin yakın tanığıyız hepimiz.
      
Şimdi içimizde bu  "çıfıt kazanları"nı kaynatanlar olduğu sürece ve de bunların soyu kurumadıkça, gönlümüzde oluşturduğumuz o güzelim laboratuarlarda gerçeği bulma uğruna yapacağımız o deneyler, sonuç vermeyecek diye korkarım.
      
Ama biz pusacak mıyız?
      
Asla!..
      
Asla!..
      
Asla!..

Fehmi SALIK

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy42308 = 'fehmisalik' + '@';

addy42308 = addy42308 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text42308 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

42308 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->

Alevi Haber - 2 Aralık 2010

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.