Babai Haraketi ve Evlad-ı Resul Masalı
1240 yılının ortalarında Anadolu Selçuklu Devleti’nin Sultanı II. Keyhusrev, askerlerini Amasya’da Çad Köyü’nde yaşamakta olan Alevi mürşidi Baba...
1240 yılının ortalarında Anadolu Selçuklu Devleti’nin Sultanı II. Keyhusrev, askerlerini Amasya’da Çad Köyü’nde yaşamakta olan Alevi mürşidi Baba İlyas’ın üzerine göndererek, onu öldürmeye kalkıştı. Ortada hiçbir makul sebep yoktu. Belki Sultan’ın kendisi Baba İlyas’ın halk üzerindeki nüfuzundan korkmuş, onu kendi saltanatı için tehlikeli saymıştı. Belki de Konya Sarayı’ndaki Hıristiyan casuslar, onu böyle düşünmeye itecek oyunlar sahnelemişlerdi.Baba Resûl adı ile de anılan Baba İlyas, bu sebepsiz saldırıdan kurtularak Amasya Kalesi’ne sığındı.
Mürşitlerine karşı girişilen bu haksız saldırının haberi, Anadolu’nun her yanına hızla yayıldı. Halk çılgına döndü. Adıyaman-Kefersud’da Baba İlyas halifesi Baba İshak, topladığı ordu ile “pir”ine yardım için yola çıktı. Her gittiği yerde halk akın akın onlara katıldı. Anadolu sel olup aktı. Selçuklular mürşitlerinin imdadına giden bu talipler ordusunun önünü sekiz kez kestiler ve her defasında ağır bozguna uğradılar.
Baba İshak önderliğindeki yürüyüş ve ilk çarpışmalar, Adıyaman-Samsat yakınlarında Kefersud’dan başladı. Kefersud ele geçirildikten sonra yürüyüşüne devam eden Babailer, Adıyaman Gerger ve Kâhta’da Selçukluları bozguna uğrattıktan sonra Malatya yönüne devam ettiler. Malatya Valisi çoğunluğu Hıristiyan ahaliden oluşan ordusu ile Baba İshak’la savaşa tutuştu ve yenilerek savaş alanından kaçtı. Kürtlerin ve Germiyanlar’ın sağladığı destek kuvvetlerle Elbistan’da tekrar Babailerin önüne çıkan Selçuklu Valisi, bir kez daha mağlup oldu. Baba İshak taraftarları Sivas üzerinden Amasya’ya pirlerine ulaşmaya çalışırken, Sivas önlerinde yollarını kesen bir Selçuklu ordusunu da dağıttılar. Artık engel kalmamıştı. Pirlerine kavuşmak üzereydiler ki Amasya’da:
“... Roma diyarının asilzadeleri ihtiyar Baba’ya karşı bir pusu kurdular ve Baba’yı pusuya düşürerek boğdular.”
Baba İlyas’ın Hıristiyan asilzadeler eli ile katledilmesinden kısa bir süre sonra Amasya’ya giren Babailer, mürşitlerinin ölüm haberini aldılar. Dört aydan beri yollardaydılar. “Pir”lerine ulaşmak ve onu canına, kastedilen haksız hücumdan kurtarmak için amansız ordularla çarpışa çarpışa pirlerinin makamına ulaşmışlardı. Kara haber Anadolu’ya tez yayıldı. Halk çılgına döndü.
Bu sırada II. Keyhusrev’in Armağanşah komutasında Amasya’ya gönderdiği Selçuklu Ordusu, Amasya’ya ulaşmıştı. Babailer bütün güçleri ile Selçuklu askerlerine saldırdılar. Korkunç bir savaş oldu. Selçuklular, ağır bir yenilgi daha aldılar. Armağanşah öldürüldü. Selçuklular pirlerinin öcünü almak için Konya üzerine yönelen Babaileri, Kayseri yakınlarında durdurmayı denedilerse de ağır bir yenilgi daha aldılar.
Son büyük savaş Kırşehir’in Kuzeydoğusu’nda, Malya (Seyfe) Ovası’nda yaşandı. Babailer bütün varlıkları ile Malya Ovası’nda toplandılar. Selçuklu Ordusu’nun omurgasında zırhlı Frank (Bizans) askerleri vardı. Frank askerlerinden başka bu orduda Gürcüler, Kürtler ve Araplar da bulunuyorlardı. Savaş, Babailerin hücumu ile başladı. Zırhlı ve tam donanımlı Frank askerlerine karşı Babailerin derme çatma silahları etkili olamadı... Yenildiler...
Babailer; yaşlıları, kadınları, çocukları, hayvanları dâhil tüm ağırlıklarını yanlarında taşımışlar ve savaş meydanına bütün ağırlıkları ile gelmişlerdi. Yenilgi sonrasında kadınlar, çocuklar ve yaşlılar dâhil binlercesi kılıçtan geçirildi. Babailerin askeri lideri Baba İshak bu savaşta Hakk’a yürüdü. 1240 yılının Kasım ayıydı.
1225 yılında Malatya’da doğan Süryani papaz ve tarihçi Bar Hebracus bulunduğu coğrafyada yaşadığı dönemde vuku bulan bu savaşı ve kıyımı şu sözlerle anlatıyor:
“... Sultanın hizmetinde bulunan 1.000 Frenk atlı hiddet ile alevlenerek dişlerini gıcırdattılar ve yüzlerinin üzerine haç işareti yaparak bu sapık adamların üzerine hücum ettiler ve bunları dağıttılar. Daha sonra Araplar da bunlarla beraber hareket ederek Türkmenleri çemberlediler ve hepsini kılıçtan geçirerek mahvettiler. Bunlardan erkek, kadın, çocuk, hayvan velhasıl hiçbir şey kılıçtan kurtulamadı ve böylece bir fitne bastırıldı.”
Anadolu tarihinin bu ünlü halk hareketinin sebepleri, harekete katılanların etnik ve sosyal kimlikleri ve önemi, çok sayıda araştırmacının ilgisini çekti ve ortaya pek çok yorum çıktı.
Anadolu tarihinin bu en ünlü halk hareketi, Anadolu Aleviliğini geçmişi ile buluşturacak çok önemli bir halka iken, resmi tarihin yazıcılığını yapan araştırmacıların elinde mecraından çok uzaklara taşındı ve bu olay o devrin Avrupa’sında ve Ön Asya’da yaşanan olayların dışında ve onlardan bağımsız bir olay gibi sunuldu
-Bir görüşe göre olay, göçerlikten yerleşikliğe geçişin sancısıydı. Değişimden hoşlanmayan göçebe zihniyet, yerleşik düzen arzulayan devlete başkaldırmıştı.
-Olaya sınıf temelinden bakanlara göre bu hareket, ezenle ezilen arasındaydı. Yoksulun sömürüye başkaldırısıydı.
-Bu soylu savunmayı bir talan hareketi olarak görenler de oldu. Kırsalın öfke dolu ruhu, şehri ve şehirliyi hedef alan bir talana kalkışmıştı. Ganimet zihniyeti ile donatılmış baldırı çıplak, göçebe köylüler sapkın şeyhler tarafından kandırılmışlardı.
Olayların en yakın tanığı Hıristiyan papaz Bar Hebracus’a göre bu, “Arapların dinine karşı fena bir aykırılık hareketi” idi. Hebracus, isyanı dini temele dayandırıyordu. Kilise tarafından çok önemli görevlere getirilmiş bir Süryani din adamı olan Bar Hebracus, kendi tespiti ile “Arap dinine” karşı yapılmış bu başkaldırıyı bir “fitne”, katılanları da “sapık adamlar” olarak niteliyor.
O dönemde aynı coğrafyada birbiri ile amansız bir çatışma içinde bulunan Hıristiyanlar ve Müslümanlar, nasıl omuş da Babai Hareketi’ne karşı uyum içinde aynı nefret duyguları içinde olmuşlardı .Bu hiç sorgulanmadı.
Baba İlyas'ı pusuya düşürüp boğanlar, Doğu Roma asilzadeleri oldu. Malya’daki savaşın merkezinde Frank (Doğu Roma) askerleri vardı. Selçuklular savaşı, donanımlı Frank askerleri ile kazandılar.
Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında, ardı arkası gelmeyen Haçlı Seferleri ile Anadolu’da ve Ortadoğu’da kıyasıya savaşların yaşandığı bir çağdı. Hıristiyanlar, Selçuklulardan daha fazla öfke duydukları bu “sapık adamlara” karşı Müslümanları kışkırttılar ve onların safında yer aldılar. Sultan II. Keyhüsrev’in tahtını, Hıristiyanların Babailer’e karşı nefreti kurtardı.
Selçuklu Sultanı II. Keyhüsrev’in Katolik Kilisesi’nin kışkırtması ile Alevilere saldırdığının ve bu saldırının o yıllarda Avrupa’daki Divriği kökenli Hıristiyan muhalefetininin amansız düşmanı olan Fransa Krallığı ile eşgüdüm içinde yapıldığının açık kanıtlarından biri de Selçuklu Sultanı’nın 5 Ağustos 1243 tarihli mektubudur.
Selçuklu Sultanı’nın Latin bir prensesle evlenebilmek için İstanbul’daki Latin Başkomutan aracılığıyla Fransa Kralı’na gönderdiği mektup, Katolik Kilisesi ile Selçuklu'nun aralarındaki gizli ve kirli ittifakın açık belgesidir.
“İttifak yapabilmemizin şartı Latin İmparatoru’nun kardeşi Prenses Elizabeth’in kızıyla evlenmemdir. Prenses, Konya’da kendi dininde tam bir hürriyete sahip olacak, sarayda kendisine bir ibadethane tahsis edilecektir. Zaten benim annem de (Mahperi Hatun) Hıristiyan olup, babamın sağlığında sarayda din ve ibadet serbestisine sahip olarak yaşadı. Ayrıca bu evlilik gerçekleştiği takdirde Selçuklu topraklarında yaşamakta olan Hıristiyanların Roma Kilisesi’ne bağlanmasını sağlayacağım...”
Babai Hareketi’nin yakasına yapışmış en büyük talihsizlik, onun şimdiye kadar Aleviliğin geçmişini bulandırmada ve Alevi tarihini tahrif etmede altyapı olarak kullanılmış olmasıdır. Günümüz araştırmacılarına göre bu isyan(!) Anadolu Aleviliğinin tarihsel altyapısını ve başlangıcını oluşturmuştur. Günümüzde ortalıkta dolaşan tüm Alevilik söylemleri bu tespit üzerine inşa edilmiştir. Aleviliğin öncesi yoktur. 1240 yılındaki Babai İsyanı(!) ile başlamıştır. Aleviliği başlatanlar yerleşik düzene ve uygarlığa düşman, talana ve yıkıma programlanmış baldırı çıplak köylüler ve onların önderleri sapkın şeyhlerdir.
Olaylar sırasında Sultan II. Keyhusrev kendini ancak parayla tutulmuş askerlerle koruyabildi. Bütün Anadolu platosu, pirlerini korumak, erkânlarına sahip çıkmak üzere birdenbire gönüllü bir ordu haline gelip Amasya’ya aktı. Bu, o dönemde Anadolu’da Alevi ocaklarının üst düzey kurumsallaşma içinde olduklarının bir kanıtıdır. Alevi ocaklarına bağlı talipler, yol terbiyesi ve erkân hiyerarşisi içinde, iletişim olanaklarının çok sınırlı olduğu bir çağda, kolayca organize olabilmişlerdi.
Babai Hareketi’nin ortaya çıkışı ve gelişimi o devirde Anadolu’da oturmuş ve iyi işleyen bir Alevi ocak sisteminin varlığının açık bir kanıtıdır.
Malya bozgunundan sonra Baba İlyas’ın halifelerinden hayatta kalanlar, yeniden Anadolu’nun kuş uçmaz, kervan geçmez yüksekliklerine, en ücra köşelerine ve şehirlerin gizliliklerine çekildiler. Uzun sürmeyen bir suskunluk ve yaralarını sarma döneminden sonra, kendi adlarıyla anılan Alevi ocaklarını kurdular.
Onlar halk arasında yaygın olarak Baba Resûl adıyla bilinen Baba İlyas’tan el almışlardı. Baba Resûl’un halifeleri, Alevi toplulukları arasında büyük kabul ve itibar gördüler. Alevilik, Baba Resûl’un Hakk’a yürümesinden sonra onun adı altında, onun halifelerinin etrafında yeniden toparlandı.
On üçüncü yüzyılda Orta Anadolu’da yeniden yeşeren Alevi ocaklarının ruhani önderleri olan dedeler kendilerini “Evlad-ı Resûl” olarak tanımladılar. Halk da onları böyle anıyordu. 'Resûl', gönderilen adam, peygamber demektir.
Alevi ocakzade dedeler, on altıncı yüzyıldan başlayarak kendilerini bunaltan yoğun Osmanlı baskısı karşısında, korunabilmek, dokunulmazlık ve saygınlıklarını devam ettirebilmek için dışarıya karşı bir aldatmaca içine girdiler.
“Evlad-ı Resûl” olmak onlara bir fırsat yarattı. Onlar 'Evlad-ı Resûl' olduklarını yani peygamber soyundan geldiklerini, Hz. Muhammed’in torunları olduklarını ifade etmeye başladılar. “Evlad-ı Resûl” nitelemesi içindeki Baba Resûl, Hz. Muhammed ile yer değiştirdi.
Alevi ocakzade dedeler bununla da kalmadılar, bu iddialarında inandırıcı olabilmek için kendi soylarını Hz. Muhammed’e (on iki imamlara) bağlayan uydurma şecereler hazırlattılar.
Üç-beş kuşak sonra yoğun Osmanlı baskısı ve ağır Şii propagandası altında Alevi dedeler, büyük babalarının söyledikleri yalanlara inanır oldular. Kolluk kuvvetlerini yanıltmak için hazırlatılan şecereler de muteber ve kutsal belgeler olarak, Alevi ocaklarının başköşelerinde yerlerini aldılar.
Böylece oldukları gibi görünme haklarından mahrum kalan Aleviler için göründükleri gibi olma yolu açılmış, takıyye ile asılın birbirlerine karışma süreci başlamış oldu.
Son yıllarda ortaya çıkan kimi araştırmacılar da bu türden şecereleri doğru kabul ederek Aleviliğin ruhban sınıfının Arap soylu olduğunu iddia eder oldular.
Gerçeklerin çok ötesinde, akademik disiplinlerden uzak, bilimsellikten yoksun bu yanlı ve yanlış tezler Alevilik için ayrı bir talihsizliktir.
ERDOĞAN ÇINAR-ALEVİLİĞİN KAYIP BİN YILI
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.