Aynadaki Medya

Aynadaki Medya

Aynadaki MedyaFehmi SALIK       Varlıkları tartışılan  “DERİN DEVLET”İ,  “KONTRGERİLLA”YI, ...

A+A-

Aynadaki MedyaAynadaki Medya

Fehmi SALIK
      
Varlıkları tartışılan  “DERİN DEVLET”İ,  “KONTRGERİLLA”YI,  “JİTEM”İ saymazsak; ülkemizin yönetimi,  “yargı, yürütme, yasama”  yoluyla kotarılmaktadır.

Saydığımız bu üç erk, parlamenter sistemin varlığıyla yaşam bulur. Bu tür yönetimlerde ordu, yürütmenin buyruğundadır.

Bir  “dördüncü güç” daha vardır ki bunun adına da  “medya”  diyoruz.  “Yazılı  ve  görsel”  diye ikiye ayırdığımız bu  “medya”yı,  "halkların dili, gözü, kulağı"  diye tanımlarız. Yönetimler üzerinde bu gücün etkinliği olabildiğince büyüktür. Diğer kurumlarda olduğu gibi bu güç de, birkaç patron tarafından paylaşılmıştır. Bu patronlar, güreşe hazırlanan pehlivanlara benzerler. Birbirleriyle sürekli yarış halindedirler. Birinin, diğerini alt edebilmesi için daha çok  “semizleşmesi”  gerekir. Bu semizleşme işinin de değişik yolları vardır. Bunlardan biri, o gün ülkeyi yöneten iktidarın borazanlığına soyunmaktır. Ama patronun soluğu, iktidardakilerin borusunu tek başına üflemeye yetmez. İkinci yol, bu boruyu birlikte üfleyebilecek  “yandaş”  borazanları bulmaktır. Hasmını kolay yıkabilmek için üçüncü yol, patronun, iktidarda etkin görevlerde bulunan biriyle  “dünürlük”  işini gerçekleştirmesidir. Bir dördüncü yol da, patronun, kesesini iyice açıp, tuttuğu yardımcı borazanlarını bahşişe garketmesidir. Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez hesabı, günümüzde, özellikle bizim ülkemizde rahat gerçekleşmektedir.

Bu ülkede işsizleri şöyle bir tarafa ayıralım, saymayalım onları; kalifiyeli/kalifiyesiz işçilerin, memurların, bürokratların, hatta milletvekillerinin aldıkları ücretle, medyada köşe başlarını tutanların aldıklarını kıyaslamaya kalkışmak akıl kârı olmasa gerek. Bunların aldıklarını, zaman zaman birbirlerine düştüklerinde yaptıkları açıklamalardan anlıyoruz. Ne yalan söyleyeyim bu ayrımcılık, ciğerden yaralıyor beni.  “Alan memnun, veren memnun”  sloganını kabullenemiyorum bir türlü.  “Babanın kesesinden mi çıkıyor?”  diye sormayın bana. Sadece benim babamın değil, sizin babanızın da kesesinden çıkıyor bu bahşişler. Ortada dönen rakamlar, dudak uçuklatacak durumda. Bu yüzden değil midir ki bu borazanların, başımıza bilgiç kesilmesi? TV ekranlarında önlerine aldıkları adları uzun unvanlarla dolu koca adamların karşısında ayak ayaküstüne atarak, kollarındaki saatlerin kayışlarıyla elbiselerinin uyumluluğunu göstererek, gözlüklerini bir takıp bir çıkararak, ellerindeki kalemleri, sınava giren öğrencilerin yaptıkları gibi zıplatarak endam sergilemeye kalkışmaları nedendir ya?

Aslında bunların, gerek gazete köşelerinde bağdaş kurup oturmaları, gerek TV ekranlarında salınıp endam sergilemeleri, öyle kültürel birikimlerinden ya da kişisel çabalarıyla oluşmuş deneyimlerinden elde edilmiş kazanımlar değil; ya babalarının adlarıyla, ya analarının yüzü suyu hürmetine, ya da bir  “dayı”  aracılığıyla bu köşelere postlarını sermişlerdir. Yani  “bulunmaz Hint kumaşı”  değil bunlar.

İster  “yazılı” sında, ister  “görsel” inde olsun; bunların; yanlışlarını sergilemeye kalkışsam, elimdeki kırmızı kalem tükenir; önümdeki metin, tıpkı bir gelincik tarlasına döner. Gerçek bu olmasına karşın, biz yine de her gün bu gelincik tarlasından diken toplamaya devam ederiz.

Bunlar, yazım kurallarına uymazlar; noktalama imlerini yerli yerinde kullanmazlar;  ne  olumsuzuyla kurulan  “olumsuz tümceler” in,  “edim” lerini de olumsuzlaştırıp tümceyi kuruluş yönüyle  “olumlu”  duruma sokarlar. Soru takıları olan “mi” leri,  “” ları bitişik yazarlar hep.  “De”  bağlacını,  “ad”ın  durum eki  olan  “de”  gibi kullanırlar. Aynı anlama gelen sözcükleri art arda yazıp söylerler. Örnekleri sıralamaya kalkışsam, usandırırım sizi.

Bunlar Şırnak’ı, Silopi’yi, Eruh’u bilmezler; ama konuştukları zaman da mangalda kül koymazlar; sıcak odaların rehavetinde iyice gerinirler. Karla kaplanan köy yollarında, kızaklar üstünde, doğum sancısında kıvranan kadınları, hastanelere yetiştirmek için çırpınan o çaresiz köylüleri, film izler gibi izlerler; sonra sıkılıp aygıtın düğmesine basıp kanal değiştirirler. Ama öte yandan, bu sözünü ettiklerim, Paris’in, Roma’nın, Londra’nın sokaklarını tek tek bilirler.

Şarabın en kalitelisini bunlar bilir. Balık türlerini bunlara sorun. Hangi tür mezenin, hangi içkiyle daha iyi gideceğini bunlar size söylesin. Batı müziğinin daniskası, bunların kulaklarını doldurur.

Bunlar, zaman zaman düzenlenen bilgi şölenlerine, tartışmalara, çalıştaylara da katılırlar. Bu tür toplantılara katılmadan önce bir iki  “tek”  atarlar. Onlara göre bu  “tek” ler, az sonra yapacakları atışlarda hedefe “ tam isabet”  ettirebilmeleri için büyük kolaylık sağlar.

Yine zaman zaman ya kendileri köşelerinde yazılanları toplayıp bir kitap halinde piyasaya sürerler; ya da yaşam öykülerini, aile, askerlik, meslek fotoğraflarını bir araya getirip eşlerine/dostlarına teslim ederler; onlar da bunları düzenleyip  "albüm/kitap"  biçiminde gün ışığına çıkarırlar. Kitapçılar, büyük marketler de bu yapıtları,  “yeni çıkanlar” ,  “çok satanlar”  sloganları altında okurun beğenisine sunar.

Kitabı piyasaya çıkan, (buna  “Yarın piyasaya çıkıyor”  da derler;) bir köşe yazarının yapıtını, bir başka gazetenin köşesine oturan, ya da TV lerde izlence sürdüren diğer bir meslektaşı, anında gereğini düşünüp tanıtımını yapar.

Ben bu tür yapıtların hiçbirini kaçırmam. Kitapçı dostlarımda, ya da marketlerde alır incelerim. İnanın çok azına para veririm. Çoğunun kapağı cilalı, içi alaylıdır bu yapıtların.

Ama bizim gibi eli kalem tutan, düşünce üreten, yazınımıza gücümüzün yettiğince bir şeyler katan  “taşralı”  yazarlar, ağzımızla kuş kapsak, adımızdan ve yapıtlarımızdan söz ettiremeyiz bir türlü.

Bu  “köşe kuşları “, bizlere  “tepe” den bakarlar.

Ben burada açık yüreklilikle şunu söylüyorum:

Keşke namuslu bir  “seçiciler kurulu”  oluşturulsa; benim  LALO  romanımla adları bende saklı olan, son zamanlarda vitrinlerin camlarını süsleyen bazı romanları bir kıyaslasa…

İnternetin varlığı, Facebook ve benzerlerinin yayılması, özel ve resmi sitelerin yaşamımıza girmesi, bu  “köşe kuşları” nın kanatlarını kıracağa benziyor.

İçtenlikle söylüyorum:

Günümüzde kimi değişik sitelerde öylesine genç, öylesine tutarlı, öylesine gerçekçi ve öylesine birikimli kalemler var ki bu sözünü ettiğim yıllanmışları, çok gerilerde bırakırlar.

Bu yazıyı bir  “kıskançlık ürünü”  olarak değerlendirmeyin lütfen.

Söylediklerim, gerçeğin kendisidir; ancak tamamı değildir.

Sağlık olursa, devam ederiz artık…

Fehmi SALIK

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy83451 = 'fehmisalik' + '@';

addy83451 = addy83451 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text83451 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

83451 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->

Alevi Haber - 07.02.2011

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.