Asker Muhtırasından Ulema Fetvasına Geçiş

Asker Muhtırasından Ulema Fetvasına Geçiş

Asker Muhtırasından Ulema Fetvasına GeçişTuran ESER / BirGünSöz konusu “haklar, özgürlükler” olunca, halkın dünyasında...

A+A-

Asker Muhtırasından Ulema Fetvasına GeçişAsker Muhtırasından Ulema Fetvasına Geçiş

Turan ESER / BirGün

Söz konusu “haklar, özgürlükler” olunca, halkın dünyasında bakmak gelmiyor akıllara. Varolan haklarda insan hakkı değil, sanki bir lütufmuş gibi sunuluyor. AKP’nin referanduma sunduğu Anayasa paketi, halkın eşitlik haklarını ve mutluluğunu sağlamayı değil, 1930 ve 1950 devlet tipini temsil eden, İttihatçı ve tarikatçı siyasal ruhun sahiplerinin mutluluğunu hedeflemektedir. Mevcut Anayasa ve AKP paketi halkı devlete, sermayeye, hak ihlallerine, kültürel kimlik inkarına, askeri ve dinci vesayete karşı korumaktan uzaktır.

Oylanacak olan pakette halkın sözü, ruhu ve talepleri yok. Sözün sahipleri bellidir. Mevcut Anayasa ittihatçı ve tarikatçı elitlerin sözlerinden, ideolojik kurgularından ve stratejilerinden ortaya çıkmış bir darbe metnidir. Asker kışlasından taşınmış toprak ve cami avlusundan taşınmış suyla 28 yıldır beslenmiş olan darbe anayasasıdır.  12 Eylül Anayasası, kışladan ve camiden gelenlerin ittifakıyla kalem alınmış bir metindir. Yazarları Türkçü ve İslamcıdır.

AKP hükümeti katılımcı, eşitlikçi, demokratik ve sivil hazırlık sürecini dışlayarak hazırladığı Anayasa paketi, aslında insandan, insan onurundan, insan temel haklarından ve insan psikolojisinden arındırılmış ve ideolojik bir tuzağın bir parçasıdır. Referandumda EVET ve HAYIR arasına sıkıştırılan tartışmalarda EVET ve HAYIR tutumlarının hangi yaklaşım ve argümanlara sığındığı bu açıdan önem taşıyor. Bu yazıda ise, kendilerini sol ve sosyalist olarak tanımlayan iki partinin (EDP ve DSİP) sorunlu yaklaşımını ve EVET ile aslında nasıl statükoculuktan ve resmî ideolojiden yana tutum alındığını göstereceğim.

EDP VE DSİP

Referandum sürecinde EDP ve DSİP’in kafası oldukça karışık. Kendi bedeniyle uyumlu politik ruhunu oluşturamayan bu partiler, referandumda ruhsuz kalmamak için, bedenine uygun bir politik ruh çağırma seansında buluşmuştular. Fakat bu iki partinin seansına gelen politik ruhun sol bir ruh olmadığını belirtmek gerekir. Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) ve Devimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) solcuların referandumdaki doğru tutumun AKP Anayasa tasarısına EVET demekle mümkün olduğunu savunuyorlar. EVET gerekçelerini ise “askerî vesayet rejimi” ve “statükoya” karşı, “demokratik değişimden” yana olmak diye özetleyebiliriz. Bu gerekçelere itiraz etmek ilk bakışta sorun yok gibi görünmektedir. Aslında gerek EDP’nin, gerekse DSİP’in “askerî vesayet rejimi” ve “statüko” konusunda eksik bilgileri, yanlış değerlendirmeleri olduğunu iddia ediyorum. Her iki partinin de soldan uzak okumaları sonucu AKP ve CHP-MHP arasında süregelen tartışmalara göre pozisyon oluşturmaya çalışıyorlar. Kendi politik pusulasını oluşturamayanların sonu ise, başkalarının pusulasına göre yönünü tayin etmek oluyor. Bu durumda ise pusulasız koyun, “kurdun karnındaki koyuna” dönüşüveriyor. Bağımsız düşünce üretmek yerine, bir vesayet türüne ve statükoya karşı çıkarken, aslında farklı bir vesayet türlerine ve aslında statükoya teslim oluyorlar. İşte bu nedenle hangi vesayet? Hangi statüko sorusunu tartışmak önem kazanıyor.

SOL, STATÜKO VE VESAYET

Solun vesayet rejiminden ve statükodan ne anladığını tartışması önemlidir. Çünkü kendini sol ve sosyalist olarak tanımlayan EDP ve DSİP, AKP sözlüğünden devşirme “vesayet” ve “statüko” algısı ile karışmış kafasından üreteceği EVET kampanyası, aslında bir AKP kampanyası olmanın ötesine gidemeyecektir. Çünkü her iki partinin “askerî vesayet rejimi” ve “statüko” değerlendirmesi AKP’nin değerlendirmesiyle örtüşmektedir. Her ne kadar EDP öne çıkardığı “Anayasa paketine Evet, AKP’ye Hayır”, DSİP’in “Yetmez ama Evet” değerlendirmesiyle, AKP ile arasına mesafe koymayı hedeflemiş olsa da, referandumdaki EVET tutumları ile AKP’nin önemsediği dinsel vesayete, dinci kadrolaşma sonucu oluşacak İslamcı vesayete ve devlet vesayetine EVET demiş olacaktırlar. Yani kimin vesayetine karşı, kimin vesayetini desteklenecek? EDP ve DSİP’in cevap veremediği soru budur.

Öncelikle Türkiye’de bir vesayet rejiminden bahsetmek doğrudur. Öncelikle Türkiye’de bir vesayet türü yoktur. Farklı vesayet türleri vardır. Bunları hepsi de demokratikleşmeye ve değişme kapalıdır. Bu nedenle salt askerî vesayete karşı olmak üzerinden sürdürülen politika eksiktir. Sol, halkın iktidarını ve halkın doğrundan siyasete katılımının önünde engel olan her türden vesayet biçimlerine ve bu vesayet biçimlerini üreten, besleyen devlet anlayışına karşı çıkmak zorundadır. Devletin ve hükümetin dinsel, dilsel, hukuksal, siyasal, ekonomik ve güvenlik ölçütlerindeki doğrudan ve dolaylı ayrımcılığına itiraz etmeden, yani Türkiye’de 12 Eylül rejimiyle güçlenen ve geçmişe dayanan vesayet türlerine karşı açıktan tutum alınmadan, sol adına siyaset yapılamaz. Özetle;

• Askerî vesayete
• Ulemanın dinci vesayetine
• Etnik vesayete
• Yargı vesayetine
• Siyaset vesayetine
• Erkek vesayetine
• Sermayenin vesayetine

Bu 7 vesayetin koruyucusu ve kollayıcısı olan 12 Eylül Anayasası’nın vesayetine birlikte itiraz etmeyen sol düşünülemez.

AKP, 12 EYLÜL ÜRÜNÜDÜR...

Ayrıca EDP ve DSİP yöneticileri, AKP’nin, MHP ve CHP  gibi 28 yıldır darbe Anayasasının bedeni ve ruhuyla hesaplaşmadığı ve hesaplaşamayacağı gerçeğini kavramak istemiyorlar.  16 kez estetik müdahalelerle değişikliğe uğrayan 1982 darbe Anayasası ideolojik özelliğinden çok şey kaybetmedi. Tüm vesayet biçimlerini koruyor ve güçlendiriyor. Tek fark ise AKP ile dinci vesayet daha da güçlendiriliyor. Yargı vesayeti el değiştirilme sürecine giriyor. Çocuklarımızın beynini kiralamış ve düşünce sistemini işgal etmiş olan zorunlu din dersiyle dinci, milli güvenlik dersiyle askerî eğitim vesayeti devam diyor. Hatta okuduğumuz resmî tarih dersi de bu ikili vesayetin örnekleriyle doludur. AKP statükonun devamına hizmet edecek her üç dersi de çok önemsemektedir. Yani demokratikleşme ve değişim değil, bu pembe yalanın ardında statükonun merkezinde görev ve yetkiler el değiştiriyor. Kendine sol diyenlerin bu yetki devri kavgasında, bir güç lehine destek olması, siyasal çaresizliğin ve acizliğin göstergesidir. Kışlaya karşı camiden, camiye karşı kışladan yana tutum, solun tutumu olamaz. Sol tutumunu eşitlik, demokrasi, özgürlükler, insan hakları, emekten ve barıştan yana

EDP ve DSİP referandumda EVET kampanyasının argümanlarını oluştururken, TBMM’de tüm partiler, milyarlarca dolar bütçesi, 97 bin camisi, 10 bin kuran kursu ve 105 bin memur İmamı ile ruhban sınıfını devletin göbeğinde yaratmış Diyanet İşleri Başkanlığı Kanunu’na birlikte EVET diyerek 12 Eylül rejiminin Türk Hanefi İslam sentezine onay vermedi mi?  Dinci vesayete evet diyenlerin, askeri vesayete hayır demiyor. Evet denilirken aslında, statükonun devamının kendi lehine güçlenmesini istiyor. Yani ne EDP, ne de DSİP “sola ve sosyalistlere karşı Kemalizm’le İslamı barıştırmak” isteyen darbecileri ve darbe ile ittifak halinde olan dinci cemaatleri görmek istemiyor. 12 Eylül projesinin, 30 yıl sonra hükümete bulunan siyasal ürününü tanımaktan kaçıyorlar.

DSİP ve EDP, AKP’nin Anayasa paketine EVET kampanyası düzenlerken, 8.696 Kuran kursunda yaklaşık 3 milyon çocuk dini eğitime tâbi tutuluyor. AKP statükonun göbeğinde yer tutmuş dindar üretirken, demokratikleşmenin ve sivilleşmenin önünü tıkıyor. EDP ve DSİP yöneticileri kamusal, özel alandaki dinci kadrolaşma ve kurumsallaşma verilerine dikkatle inceleme fırsatı bulursa, aslında Türkiye yaşanan sürecin bir demokratikleşme değil, teokratikleşme olduğuna dair bir yaklaşıma sıcak bakmak zorunda kalacaktır.

Özetle bu referandumda iki kesim (İttihatçı-dinci) arasındaki egemenlik yarışının ürettiği söz ve yetki alanları oylanacak. Teknik ve hukuk metinlerinin arkasında, ideolojik ruhun gizlendiği bir paket oylanacak.  Halkın sözünden mahrum kalan bu teknik ve ideolojik metin için halk tutum belirleyecek. Özellikle de EDP ve DSİP halen statüko ve vesayet konularında belli ki, ciddi oranda bir cari açığa sahipler. Bu cari açıklarını EVET oyları ile kapatmaları mümkün olmadığı gibi sol adına cari açıkları giderek büyüyecektir.

SOL VE STATÜKO

Statüko nedir? Memleketin en demokratik dönemlerinde bile var olmuş ve halen var olan Diyanet İşleri gibi kurumlar, zorunlu din dersleri ve üst kimlik olarak Türk kimliği statükonun tam da kendisidir. Başka bir ifadeyle devletin etnik kimlik bakımından Türk, mezhep bakımından Sünni-Hanefi, emek açısından patrondan ve cinsiyet olarak erkekten yana olan 12 Eylül Anayasası bir Türk Hanefi İslam sentezinin dışavurumudur.  Bu tez ise statükonun ideolojik künyesidir. 12 Eylül Anayasanın ideolojik bir kimliği vardır. Tekçidir. Kültürel kimliklerin intiharını ister. Bir de bu tekçiliğe dayalı kültürel kimliği vardır. Bu ise 12 Eylül darbesiyle pekişen “Türk-Sünni-Hanefi İslam Sentezi”dir.

AKP ne dün, ne de bugün, statükonun ideolojik künyesine itiraz etmemekte ve hatta derin bir itikat beslemektedir. Bizden Türk Hanefi İslam sentezine dayalı egemenliğe itiaat etmemizi istiyorlar. Dinin ve milliyetçiliğin farklı kültürel kimlikleri birarada tutan çimento olduğuna dair resmî ezberi bize AKP ve MHP ısrarla söylüyor. Demokratikleşme ve değişimden yana olanların argümanlarında bize gösteriyor ki, bu siyasal damarların geleneğinde sivilleşme yoktur. Çünkü geleneğinden, statükodan kopmanın partisine acı yaşatacağını bilen AKP kendi ideolojik kökünden ve Türk Hanefi İslam sentezine dayalı statükodan kopmak istemiyor. Fakat sermayenin ve liberalizmin de cemaatlere açtığı yeni alanlara karşılık, din istismarlağından da ihmal etmiyor.

STATÜKOCULUK BÂKİ

AKP’nin resmî ideoloji ve statüko ile yüzleştiği argümanı tamamen bir cehalet ürünüdür. AKP resmî ideolojinin ve statükoculuğun ta kendisidir. AKP’nin üzerinden yükseldiği siyasal damar Osmanlı’dan beri süregelen siyasal İslamcılık damarıdır. Bu damar dün de statükoyu İslamcı geleneğin yönetimde olması mücadelesi vermiştir, bugün de farklı bir şey yapmamaktadır. AKP statükoya meydan okumuyor, AKP’yi okuma yanlışı içinde olanlar, AKP’nin aslında statükonun meşruluğunu kabul eden, ama asıl sıkıntısının statükonun yönetiminin kendi elinde olmamasından kaynaklandığıdır. Bu nedenle mevcut statükonun merkezinde kendine yer edinme mücadelesi veren AKP, “demokratikleşme” ve “değişim” kavramlarını istismar ederek, statükodaki yönetsel değişimi hedeflemektedir.

AKP devrimci bir parti değildir. Liberal, İslamcı, statükodan ve sermayeden yana partidir. Statükonun merkezinde koltuk ve bürokrat değişimini “demokratik değişim” olarak algılayan EDP ve DSİP’nin EVET tutumu bu açıdan manidardır. Her iki parti de, işçi sınıfının merkezinden değil, atanmış ruhban sınıfının ve cemaatçi liberalizmin merkezinden bakarak tutum belirliyor. Dolayısıyla bu tutumla ancak AKP’nin Türk Hanefi İslamcı statükoyu meşru kılacak hedefine katkı sunmuş oluyor.

EDP ve DSİP statükonun merkezinde yaşanan kan değişimini, demokratikleşme olarak algılıyor. AKP’nin yaptığı, İttihatçıların statükonun merkezindeki görece egemenliğini zayıflatıp, tarikatçı egemenler lehine güçlendirme operasyonudur. Referandumu da bu kan değişimi sürecinin bir parçası olarak değerlendirmek gerekir.

BİR PEMBE YALAN

1930’larda ittihatçılar, 1950’li yıllarda tarikatçılar, dün yine ittihatçılar, statükonun merkezinde yerini alarak hükümet olmanın avantajlarını kendi lehine kullandılar. Kurumlar aynı kurumlardı. Sadece dönemin ideolojik ruhuna uygun (milliyetçilik, İslamcılık, sağcılık) ağırlıklı bir egemenlik biçimi yaşanıyordu. Bugün ise AKP ile cemaatler hükümet olmanın siyasal, güç, ekonomik, kültürel avantajlarını ve rantlarından faydalanıyorlar. Aslında iktidarın rantından nemalanların bir rahatsızlığı yok. EDP ve DSİP, AKP’nin siyasal hegemonyasının kurumsallaşma sürecini ve süreci örgütlerken kullandığı sahte “değişim”, “demokratikleşme” ve “açılım” palavrasıyla yüzleşmek ve bunu tartışmak istemiyorlar. AKP hükümeti temel insan hak ve özgürlüklerini genişletmek, güçlendirmek ve bunların da gerçek anlamda uygulanması için değil, siyasal İslamcı bir zihniyetin, gücün elinde ve hizmetinde bir “yargı”  yaratmak için Anayasa değişikliğini yapmaktadır.

Üzerinde ‘postal’ ve ‘takke’ izi olan 12 Eylül Anayasası ile hesaplaşmanın yolu, toplumu “hazır ol”, “ümmetçi ol” komutları ile hizaya getirip “çok şükürcü”  kullar haline getirmeye çalışan kışla ve cami vesayetine itiraz etmekten geçer. Aslında ortada demokratikleşme lehine bir değişim yok. Askerin muhtıranın, yerini ulemanın fetvası alacaktır. Değişimin özeti budur. Böyle bakıldığında sol için itiraz adreslerinden birisinin de AKP olduğu unutulmamalıdır. Ülkeyi kışlaya çeviren askerî vesayete hayır derken, kamusal hizmetleri, siyaseti ve toplumu teslim alan ulemaların ve yer tanrılarının dinci vesayetine hayır demeliyiz.

BirGün Forum - 13 Ağustos 2010

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.