American Sniper: İşgalden Çok Ekmek Yenir
2011 yılı Enemy at the Gates (Kapıdaki Düşman) gösterime girdiği yıl oldukça ses getirmiş yıldız kadrosu bol bir filmdi. Jude Law, Rachel Weisz, Ed...
2011 yılı Enemy at the Gates (Kapıdaki Düşman) gösterime girdiği yıl oldukça ses getirmiş yıldız kadrosu bol bir filmdi. Jude Law, Rachel Weisz, Ed Harris, Joseph Fiennes gibi oyuncular vardı. 2. Dünya savaşı sırasında Rusya’nın Stalingrad şehrine dayanan Nazi ordusu ile Rus ordusu arasındaki çarpışmayı konu edinse de özelde anlatılan iki keskin nişancı arasındaki rekabet, kumpas, düellodur.
2009 Hollywood yapımı The Hurt Locker’ın (Ölümcül Tuzak ) filmi 82. Oscar ödüllerinde En iyi yönetmen ödülünü alırken diğer bir özelliği de Oscar tarihinde daha önce birkaç defa iyi yönetmen kategorilerinde kadın yönetmenlerin filmleri aday olmasına rağmen Oscarlı ilk kadın yönetmen unvanını Kathryn Bigelow’un almasıdır. Kaderin cilvesi mi desek yoksa ticareti sinemalaştıran Hollywod’un cilvesi mi bilinmez, aynı yıl K. Bigelow’un eski kocası James Cameron da birkaç Oscar alır. Bunların konumuzla pek alakası olmasa da asıl önemli olan şu ki 2009 yılında Ölümcül Tuzak’la En İyi Yönetmen Oscar’ını alan K. Bigelow ödülü aldığında Irak’taki Amerikan askerlerine selam çakar ve ödülü onlara adadığını söyler. Bu davranışı sonradan çok kere eleştirilse de heykeli alan Üsküdar’ı değilse bile Los Angeles’daki Kodak stüdyolarından çoktan geçip gitmiştir.
1987 yapımı Full Metal Jacket filmi yukarıda bahsettim filmlerden ayrı bir yerde durduğu kesin. Yönetmenliğini Stanley Kubrick’in yaptığı film savaş karşıtı öğeler barındırmasından dolayı otoriterlerce de “kült” olarak kabul edilir. Bu film de The Hurt Locker ve Enemy at the Gates filmleri gibi savaşla ilgilidir, konusu savaştır ve savaşın içinden bir kesiti anlatmaktadır. Hollywood her zaman yaptığını yapıp savaş alanında kazanamadığı başarısını, yenemediği düşmanını filmlerde yenmeyi başarmıştır. Bu bazen Irak işgalidir bazen Vietnam’dır bazense savaşın olmadığı dönemlerde soğuk savaşla karşısında yer aldığı herhangi bir ülkedir, o ülkenin ordusudur, askeridir, insanıdır.
2014 Hollywood yapımı American Sniper filmine gelirsek bu da bir savaş filmidir, savaştan bir kesittir. Daha önce yaptığı başarılı filmlerin aksine Clint Easwood bu defa tıpkı K. Bigelow’un The Hurt Locker’da yaptığı gibi kamerasını Amerikan askerlerinin tarafından tutarak Irak’da yaşayan her kesi potansiyel terörist olarak göstermiş. Amerikan askerlerinin orta doğuda yaptığı katliamları temyize çekme filmi de diyebileceğimiz aklama bir film olmuş.
Chris Kyle (Bradley Cooper) Irak’taki Amerikan askerlerine yardım etmek için giden gözü kara bir keskin nişancıdır. Zamanla ünü Irak’ı da aşarak Amerika’ya kadar gelir. Yer yer Hollywood klişeleriyle ilerleyen film ne yazık ki işgal ettiği ülkenin cephesinden bakmayı beceremez. İsmi duyuldukça Enemy at the Gates’deki gibi karşısına başka bir keskin nişancı çıkar ki bu da işgal edilen ülkenin kahramanıdır. Arkasında üzgün bir eş ve iki çocuk bırakarak Irak’a giden Chris milliyetçilikte sınır tanımaz ve arkadaşlarını, ülkesini korumak için gittiğini söyler her fırsatta. Amerika nere Irak nere, ne alakası var Amerika’nın korunmasıyla senin milliyetçiliğinin, psikopatlığının diyen olmadığı için karısından bir iki cılız ses çıkar o da eriyip gider filmin içinde.
Hollywood’da Oscar kriterleri üç aşağı beş yukarı bellidir. Ya finansörün politik ve ticari başarısı olacak ya da uluslararası lobilerde güçlü bağlantılarının olmasının yanında yaptığın filmlerde günah çıkarıyor olman lazım ya da milliyetçiliği, ulusal kimliği ön plana çıkarman lazım. American Sniper’da bunlardan biri ya da bir kaçı mevcut. 2002 deki Oscar törenleri öncesi politik bir konuşma yapan Daniel Day-Lewis’in yaptığı gibi sabırsız davranmazsanız heykelciğiniz garanti gibi bir şeydir. Ki o yıl oscarın en güçlü adaylarından biri New York Çeteleri filmi ve yönetmeni Martin Scorsese’ydi. Pek dile getirilmese de yönetmenin de Daniel’in de Oscarı alamama sebebinin D. Day-Lewis’in sağda solda konuşması olduğunu konunun meraklıları bilir.
American Sniper’da savaşın tahribatını da yönetmen bize gösterir elbet, özellikle de kahramanın bozulan psikolojinin olduğu sahneler derinlemesine işler seyircinin içine. Takip edilme, tedirginlik, anksiyete gibi duygu ve davranışların üstesinden başarıyla çıkan Bradley Cooper’ın film için özellikle kilo alması karakterin inandırıcılığını pekiştirmiş. Filmde dediğim gibi Full Metal Jacket, The Hurt Locker ve Enemy at the Gates filmlerine birer selam çakmayı da ihmal etmemiş C. Easwood. Filmin en ironik sahnesi Irak’da ölen arkadaşının cenazesine giden Chris ve eşinin, silahla ölen birinin yine silahlı bir tören ve silah sesleriyle gömülmesine çaresizce ve ürkerek şahit olmalarıdır. (HB/HK)
* American Sniper (Amirekan Nişancı) 20 Şubat Cuma günü gösterime girdi.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.