Ali'siz bir Alevilik olur mu?
Alevilik: Alili mi, Alisiz mi? Alisiz bir Alevilik olur mu?
Bu soru esasında ‘’İslam’ın Ali’si, Alevi yoluyla bağdaşabilir bir profil midir?’’ sorusudur. İslam’ın anlattığı Ali namaz kılan, cihat eden, savaş esirlerinin kafasını bizzat kesen, şeriatçı bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Kendisinden bahseden tüm eski yazılı kaynaklar ondan bu şekilde bahsediyor. Alevilik ise –malumunuz- şeriatsız, tesettürsüz, din/şeriat kapısı arkada bırakılarak kendisine yükselinen, cennet ve cehennem inancı yerine devriye ve Hakka erme inancı içeren, kadın ve erkek ayrımı yapmayan, ‘’Bizim için her din makbuldür’’ diyen, Muhammed kendisinin peygamber olduğunu dile getirince onun Kırklar Meclisinin kapısından çevrildiği inancını içeren, Hak/Tanrı anlayışı panteist içerikte olan, insan eğer olgunlaşıp benliğini aşarsa –kamil olursa- kendinde Hakk’ı bulacağı inancını temel alan bir Yol’dur. Bu, ilk kapısında tüm dinler olan, hepsinden talip alan, lakin talibi Yol’a sokunca din kapısını artık geride bıraktıran ve o kişiyi Hakla Hak olmaya doğru götüren bir Yol’dur. Bu Yol, esasen ayakları dinlere basan ve başı Hakka uzanan kadim bir felsefe yoludur. Yunus’un ‘’Bizim için her din makbuldür’’ demesi, bu Yol’un belli bir dinin –örneğin İslam’ın- içine sıkıştırılamayacağının kanıtıdır.
Bu öğretide Hakka eren herkes diğer ermişlerle Hak’ta bir olur. Pir Sultan’ın bir nefesinde ‘’Bilmeyenler bilsin beni, Ben Aliyim Ali benim’’ demesi bundandır. Ali kırklardan biridir ve kırkı ondadır, o da kırkındadır. Dolayısıyla diğer otuz dokuz ad üzerinden Yol’u iletmek de mümkündür. ‘Süreğin binbir’ olması, ‘her dinin makbul olması’ tam da bu yüzdendir. Ali’nin adı, İslam egemenliğine girildiğinden ve İslam’daki muhalif figür Ali olduğundan ötürü öne çıkmıştır. Lakin Yol’un felsefesi bize Hakka erenlerin birlendiğini, aralarında fark olmadığını, hepsinde aynı Hakkın bulunduğunu öğretir. Dolayısıyla mesele Ali-Veli meselesi değildir. Mesele, Ali dahil kırkların ve aslında Hakka eren herkesin aynı Hakikati öğrettiğini anlama meselesidir.
Bunu anladığınızda, Yolun süreğini istediğiniz Hak ereninin adı altında sürdürebileceğinizi, bunun hiç mahsuru olmadığını, hatta talibin kültürüne en uygun sürek hangisiyle onun tercih edilmesi gerektiğini, örneğin Hristiyan bir talip Yol’a girdiğinde öğretinin Ali değil bir başka Hak ereni olan –Ali’den evvel Hakka ermiş bulunan!- İsa adı altında verilmesi gerektiğini de anlarsınız. İşte o zaman Yolun bir ama süreğin neden binbir olduğunu, Yunus’un neden ‘’Bizim için her din makbuldür’’ ve ‘’Yetmiş iki millete bir nazarla bakarız’’ dediğini anlarsınız.
Aleviliği İslam’a sıkıştırmaya çalışanlar, yani tüm dinlerde kökü olup Hakka uzanan bir Yolu tıraşlayıp onu resmi ideoloji olan Türk-İslam Sentezine uydurmak için saptıranlar ise hiçbir şeyi anlamamışlardır. Onlar daha ‘’En el Hakk’’ ne demektir, bundan hangi sonuçlar çıkar bunu bile bilmemektedirler. Bu Yol’da amaç, insanın kendi benliğini ve cehaletini aşıp Hakkı kendinde bulması ve Hakka ermesidir. Siz bu yolda herhangi bir ismi –örneğin Ali ismini- ayarsızca yüceltir ve talibi daima Ali’nin altında, onun bir öğrencisi pozisyonunda tutarsanız, o vakit o kişi Hakkı kendinde bulacağı bir marifet sahibi olamayacaktır. Bu durumda siz Ali figürünü Yol’un önünde bir takoza dönüştürmüş, kamilleşme sürecini tıkamış, Ali’yi putlaştırmış olursunuz. Pir Sultan, ‘’Bilmeyenler bilsin beni, Beni Aliyim Ali benim’’ derken, kendisinin Ali’yle aynı Hakka erdiğini ve onunla –ve Hakka ermiş herkesle!- Hakta birlendiklerini anlatır. Ali’nin erdiği Hakka biz de erdiğimiz zaman Ali bizde vücut bulmuş oluyorsa o halde neden sadece Ali adı yüceltilsin? Alili Alevilik, 40’lardan birini yüceltip kalanları inkardır. Alili Alevilik, insanın Aliyi kendinde bulmasının, yani Alinin erdiği Hakka ermesinin önünde bir engeldir. Oysa Ali, nicelerinden sadece biridir. Yol, hepsinden uludur!
Bugün Alevilik adını verdiğimiz kadim Yol, İslam egemenliğine girince onun muhalif figürü olan Ali’yi –aslında Ali şeriatçı, savaşçı, namazlı niyazlı bir profil olduğu halde- benimseyip kendi kırklarının içine sokmuştur. Her karşılaştığı inancın öne çıkan isminin ‘’aslında’’ Hakka ermiş bir mürşit olduğu iddiası yoluyla farklı inançları bağdaştırmacı/senkretik bir tarzla birleştiren ve bunların ortak özü olarak da kendi felsefesini öğreten bir akım görmekteyiz.
Örneğin; İsa ve Ali Hakka erdiyse bu durumda ikisi de Hak’ta bir olmuşlar demektir. Biz Hakka erersek biz de onlarla aynı Hakikatte buluşmuş oluruz ve hepimiz bir oluruz. Bu durumda bizim ‘’İsa bendedir’’ yahut ‘’Ali bendedir’’ dememiz olanaklı olur. Kastedilen artık bizim de onların seviyesine çıktığımız, yani onların erdiği sırra erip Hakla Hak olduğumuzdur. Kendisine eren her beden Hakkın yüzü olur. Keza ‘’Ali aslında İsa’dır’’ yahut ‘’İsa, Ali’de görünmüştür’’ de diyebiliriz, tıpkı Pir Sultan’ın nefesinde Ali için dediği anlamda konuşmuş oluruz. Peki, Ali dünyadayken ‘’Pir Sultan bendedir’’ diyebilir miydi? Hayır çünkü önce yaşamış olan Alidir. Bunun gibi, İsa da Ali’den evvel yaşamıştır malum. O halde İsa, ‘’Ali benim Ben Aliyim’’ demez ama Ali ‘’İsa benim, Ben İsa’yım’’ demiş olabilir. Şayet aynı Hakka erdilerse demiştir. Böylece Hristiyan Gnostisizminin nasıl kolaylıkla Alevilik biçimine dönüşebildiğini de anlama imkanı bulmuş buluruz. Hakikat binbir dondan kendine o tarihsel süreçte uygun yüzü bulmuş, kendi erenlerinden bir figürü bırakıp bir diğerinin adı yoluyla anlatılmaya başlanmıştır. Mühim olan adlar değil Hakikattir! Ali adına tutsak kalanların Hakikate ermeleri mümkün değildir.
Şayet Yol’un temel felsefi hükümleri (yani Tanrı ve evrenin birliği, evrenin Hakikatten südur ettiği, insanın benliği yüzünden Hak’tan ayrı düştüğü, benlikte kalırsa devriyede döneceği, ama benliği aşarsa Hakka ereceği şeklindeki temel felsefi öğretiler) İsa’da da varsa (ki vardır, bunu Gnostik metinlerden net biçimde görebiliyoruz) ve İsa tarihsel olarak Ali’den önce yaşamışsa o halde bundan çıkan yegane sonuç bugün ‘’Alevilik’’ adıyla adlandırdığımız bu Yol’un Ali doğmadan önce bile var olduğu ve İsa’nın Ali’den evvel Hakla Hak olmuş bir mürşit olduğudur. Alevilik, Anadolu Hristiyan Gnostisizminin 13.yy.’dan itibaren aldığı biçimdir. Gnostisizmin zahirler içinde kolayca akabilen yapısı gereği ‘’Bizim için her din makbuldür’’ görüşü evvela onun Hristiyanlığa ilaveten İslam zahirini de benimsemesini kolaylaştırmış –bunu Babailerde ve Bektaşilerde net görürüz- daha sonra ise siyasal sebeplerle –Safevi etkisiyle- İslam zahirinin içine sıkışılan süreç başlamıştır.
Böyle demekle ben Alisiz Alevilik mi tarif etmiş oluyorum?
İslamcı ‘’Aleviler’’ anlamıyorlar! Tarif ettiğim şudur: Bugün Alevilik adını verdiğimiz Yol, Ali’den çok daha eskidir ve esasen Gnostisizm çatısı altındadır. Bu Yol’da Hakka erenlerden hiçbiri bir diğerinden üstün değildir, hepsi birdir. Yolun mürşitleri arasında Ali de vardır lakin diğer mürşitlerden, örneğin kırkların geri kalanından yahut kendisinden evvel Hakka ermiş bulunan İsa’dan ve diğerlerinden üstün değildir. Ali, erenlerden bir erendir. Onun adının öne çıkarılması, kendisinde diğer erenlerde bulunmayan bir keramet veya güç bulunmasından değil, Ali’nin İslam içindeki muhalif figür olmasına dönük siyasal ihtiyaçtan ötürüdür. Ve evet, Alevi demek Arapça ‘’Ali yandaşı’’ demektir, Türkçe alev sözcüğünden gelmez! Lakin Ali, üstteki paragraflarda anlattığım çerçevede ele alınır.
Şunu da ilave etmek elzemdir: Ali’nin Yol’a bir eren namıyla alınmış olması, Ali’nin hakikaten Hak ereni olmasından değildir. Siyasal gerekçeyle, aslında şeriatçı ve cihatçı bir figür sanki Hak ereniymiş gibi anlatılıp Yol’a adı dahil edilmiş, hatta baş köşeye konmuştur. Lakin bir kez konduktan sonra yeni kuşaklara öyle belletildiğinden samimi bir duygusal bağlılık doğmuş ve bugün gelinen noktada bu ada dönük o bağlılık Yol’u adeta esir etmiştir. Durum esasen budur.
Yol’un/Gnostisizmin, esas mürşidi İsa’dır. Nitekim Ali figürüne, İsa’nın pek çok özelliği giydirilmiştir: Barışseverliği, sevgi dolu oluşu, insan bedeninde Tanrı’nın/Hakkın yüzünü yansıtmış olması, konuşan Kuran –Logos- olması, ölümden dirilmesi, 12 takipçi –havari, sonradan imam- edinmiş olması v.b… Ali’nin takipçilerinden birinin Mehdi olarak yine geleceği inancıyla İsa’nın -Mesih olmasından ötürü- tekrar geleceği inancı da paraleldir. Keza Alevilikte şeriat/din kapısından tarikat kapısına yükselme olgusu ile İncil’de bilhassa Pavlus’un metinlerinde gördüğümüz ‘’psişikler ile pneumatikler’’ ayrımı paraleldir. Keza Alevi ozanların ‘nefesleri’ ve bunların ayet sayılması inancı ile Kutsal Ruhun inananları esinlemesi ve peygamberlik sözleri söyletmesi inancı paraleldir. Keza Alevilikteki ‘’Şeytanın insandaki ilahiliği görmediği için kovulduğu’’ inancının Gnostik Bartholomeus İncilinde detaylı anlatımla yer alıyor olması nasıl açıklanacaktır? Keza Bektaşilikte ‘’Atam gök, anam yer’’ ikrarının anlamı nedir, hiç düşündünüz mü? İsa’nın da atası Gök/’’Göklerdeki Baba’’, annesi ise bir insan olarak Meryem idi.
İslamcı ‘’Alevilere’’ sormak lazım: Ömer Hayyam yahut Şeyh Bedrettin gibi Ali vurgusu olmayan insanların Alevi sayılması da mı Alisiz Aleviliktir?
Yine sorayım: Fazlullah’ı Ali’nin üzerinde konumlandıran Hurufiliğin bazı ozanlarının ‘’Aleviliğin yedi büyük ozanı’’ içerisine alınması da Alisiz Alevilik midir?
Sorayım: Arnavutluk Bektaşilerinin Hristiyan talip de alıp tarikatın sırlarını paylaşması lakin Hristiyanlardan dinlerini bırakmasını istememesi nasıl açıklanacaktır? Alisiz Alevilik olarak mı?
Sorayım: Yunus’un ‘’Bizim için her din makbuldür’’ dediği ortadayken siz nasıl oluyor da bu Yol’u sadece İslam dininin içine sıkıştırıyorsunuz? Yoksa Yunus’tan iyi mi biliyorsunuz?
Sorayım: Ali yerine 40’lardan bir başkasının adıyla Yol’u sürdürmek yanlış mıdır? Neden? Ali diğer 39’undan üstün müdür? Yoksa bazıları daha mı fazla ‘’Hakla Hak olmaktadır?!’’ Hakkın içinde de bir hiyerarşi mi vardır? O vakit size göre Hak bir değildir! Bu durumda kimseye ‘’Yol düşkünü’’ demeyiniz.
Sorayım: Yol’un temel itikatlarının Hristiyan Gnostisizminde de bulunması bu Yol’un Ali daha doğmadan yüzlerce yıl önce bile var olduğunun, dolayısıyla meselenin Ali-Veli meselesi olmadığının kanıtı değil midir? Değilse Gnostisizmle benzerlikleri nasıl açıklıyorsunuz?
Lütfen mantığınızı kullanıp düşününüz: Hakka ermiş herkes aynı Hakta bir oluyorsa Hakka erenlerin birbiri arasında üstünlüğü kalır mı? Hakka erenlerden sadece birini alıp –Ali- sadece onun adını öne çıkarmak ve ‘’kırmızı çizgi’’ ilan etmek bu felsefenin mantığına ters değil mi? Önemli olanın Ali kişisi veya adı değil Hakkın kendisi olduğunu, Ali’yi mühim kılanın da Hakla Hak olduğu inancı olduğunu anlamıyor musunuz? Önemli olan, Ali adına körce sadakat değil benliği aşıp kamilleşerek Hakkı bulmaktır. Hakka götürdükten sonra ha Ali ha Veli, fark etmez! Yol bir ama sürek binbirdir. Ali-Veli fark eder diyenler varsa onlar bu Yol’dan da onun öğretisinden de bir şey anlamamıştır. Ali adı, tıpkı diğer tüm adlar gibi, bir aracıdan ibarettir ve maksadı talibin Hakkı bulmasıdır.
Sünni İslam ile Aleviliğin iki ayrı dine işaret ettikleri, çünkü apayrı itikatları olduğu açık olsa gerektir. Birine İslam dersek, diğerine İslam deme olanağı yoktur. Nitekim tarihte iki taraftan da kendisinin İslam olduğunu savunanlar vardır ama karşıdakinin de İslam olduğunu savunanlar yoktur. Meselenin püf noktası burasıdır. İki taraf da İslam adını almaya hak sahibi olduğunu iddia edebilir ama iki tarafı da İslam saymak (hem iki tarafın görüşüne hem de mantıksal kriterlere göre) mümkün değildir.
O halde, hangisinin İslam adını almayı hak ettiğinden bağımsız olarak diyebiliriz ki Alevilik ve Sünnilik ayrı dinlerdir. Zaten günümüzdeki Alevi sorunu da Aleviliğin Sünnilikten ayrı bir din olduğunun devlet tarafından kabul görmemesi, bu inancın Sünnilik içinde eritilmeye çalışılmasından doğuyor.
Ben İslam sözcüğünü Sünniliğe atfen kullanmaktan yanayım. Çünkü İslam da bir din (zahir) ismidir. Tıpkı Hıristiyanlık, Musevilik ve diğerleri gibi... Alevilik ise tüm zahirlerin özü olduğu iddiasındadır. O halde İslam’la ilişkisi diğer dinlerle ilişkisini aşamaz! Aşıyorsa, zahir kısım kitleleri etki altına almış, yolun batını unutulmaya terk edilmiş demektir. İddialı bir cümle kurayım mı? ‘’Ben Hakkım’’ deyip de ısrarla İslam’ın içine sıkışanlar söyledikleri sözün manasını anlamayanlardır. Bunlar papağana benzer, sözü sürekli tekrarlar ama manasını bilmezler.
‘’Ali’’ yahut ‘’İslam’’ isimleri sadece isimdir ve şayet isim Hakikat’in yerini almaya başladıysa put olur. Kullanılan araçların sizi götürdüğü yeri bırakıp araçları kutsamaya başlarsanız o yere –Hakka- asla varamazsınız. Bu yanılgı, insanın hamlığını gösteren bir yanılgıdır. İslamcı ‘’Aleviler’’ işte bu yanılgıdan muzdariptir. Ne yazık ki Alevi toplumunda mürşit veya pir diye saygı görülen pek çokları esasında Yol’dan bir şey anlamamıştır, hamdır ve tek dertleri ‘’Biz de İslamız’’ diyerek Sünni İslam’ın kanatları altına girmektir. Bunların sanki Aleviliğin esasını kendileri temsil ediyormuş gibi davranmaları büyük bir saptırmacadır. Tüm dinlerin özü olma iddiasındaki bir Yol’un ‘esasını’ onu belli bir dinin içine sıkıştırmaya çalışanlar temsil edemez! Onlar daha ‘’Ben Hakkın’’ ne demektir, bu ikrardan hangi mantıksal sonuçlar çıkar, bunu bile bilmemektedirler.
Bu tartışmalar, Yolun Ali öncesindeki halinin –Hristiyan Gnostisizminin- bilinmemesinden doğuyor. Gnositisizm Alevi tabana anlatılsa herkes Aleviliğin oradan kök aldığı sonucuna zaten mantıken varırdı. Bu konuda bir kitap yazmak kaçınılmaz oldu. Bu zorlu işe girişmeyi düşünüyorum…
Fırat bayram
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.