Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?

Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?

Aleviliğin ve ne de Rafıziliğin İslam’la doğmadığı kolayca görülür

A+A-

Konuya geçmeden önce okuyucuların yazının başlığına bakıp, “Ali’siz Alevilik” gibi bir ukalalıkla karıştırmaması uyarısında bulunmak istiyorum. Alevilerin “Ali’siz” bir Aleviliği mi yoksa Ali'li bir Aleviliği mi benimseyeceği gibi bir ukalalık içine girmeyeceğim. Çünkü Alevilerin nasıl bir Aleviliği benimsedikleri ya da benimseyecekleri beni ilgilendirmiyor. Benim herhangi bir inancım yoktur. İnancı olan insanların inancı da, ona nasıl inanacakları ya da inanıp inanmayacakları da benim ilgi alanıma girmiyor. O nedenle bu yazıda, Alevilerin "Ali'li" bir Aleviliğe mi yoksa “Ali’siz” bir Aleviliğe mi inanacakları konusu ile ilgilenmeyeceğim, Alevilerin inancına karşı öyle bir saygısızlık yapmayacağım. Sadece Alevilik mi Ali'den önce, yoksa Ali mi Alevilikten önce vardı ve nasıl bir anlayışın sonucu Ali ile Aleviliğin arasında bu yüzlerce yılın bağlılığının oluştuğu konusu üzerinde durmaya çalışacağım. Tabi ki Aleviliğin: “Yer, su, gök, duman iken” Batıni felsefesi ile değil, tarihsel materyalizm yöntemi ve ona denk felsefe ile bakmayı deneyeceğim. Söz konusu olguyu tarihsel materyalizmin önce parçalara ayırarak iç yapısını, tekrar bütünleştirerek dış yapısını öğrenip sentezi buna denk yaparak sonuca varmaya çalışacağım. Bu yöntemleri Alevilere kime ya da Ali’ye nasıl inanacakları bazında değil, tarih, toplum ve kültürel birikim bazında yapmaya çalışacağım.

Aleviliği semavi dinlerin bir mensubu, bir semavi din olan İslam’ın iç olgusu, onun bir versiyonu gibi görüp gösterilme konusundaki yaklaşıma açıklık getirmeye çalışacağım. Kaldı ki; Aleviliğe Batıni felsefesi yani “yer, su, gök, duman iken” düzleminde bakılsa bile Aleviliğin İslam sonrası, İslam’ın bir yan kültürü olmadığı kolayca görülür. Görülür çünkü “yer, su, gök, duman” mitine göre bile Alevi kültürü yani “yaratıcı” değil “insanım” kültürü işlenir. Hiç tarih bilinmese bile Alevi inancı İslam inancı ile karşılaştırıldığı zaman bile İslam inancında olmayan hatta günah sayılan bir çok öğenin Alevi inancında olduğu kolayca görülür. Örneğin Alevi “benim Kabe'm insandır” der, insana inanır, ağaca niyet bağlar, kötü rüya görünce gidip akan bir suya anlatır, yani Aleviliğin İslam dışı inançları da vardır. İslam’da bunlar günahtır, İslam’da günah olan bir çok şey Alevilikte günah sayılmaz ve uyulur. Neden böyle denecek olursa? Çünkü Alevilik sadece bir inanç değil, bir felsefe, bir kadim kültür, insana dair ne varsa onu insan ve insanlık için tarihin derinliklerine kadar taşıyan bir canlı, sözlü, sazlı tarihtir.


O nedenle Aleviliğin dağarcığındaki tarihte sadece İslam’dan bu yana olanlar değil, Sümer'de başlayan tarihinde değerler manzumesi vardır. Sadece değerler değil, Alevi inancında Sümerler’den kalma çok tanrılı dönemin inanç öğeleri de vardır. Sümerlerde çok tanrılı inançlar vardı, tümü ile gök, su vb. gibi doğaya inanç vardı. Yer, gök, yağmur, rüzgar, su, ateş vb. gibi bütün doğa harikalarının tanrıları vardı. Söz konusu doğa harikalarının tümünün tanrıları da kadındı. Çünkü dönem “anaerkil” dönemdi. Yaratıklar şeklinde yaşayan insanı insan toplumu olarak bir araya getiren, toplumsallaşmanın ilk öğesi olan aileyi kadın yani ana yaratmıştır. O nedenle de dönem tarih tarafından anaerkil dönem olarak nitelenmiştir. Sümerler, dolayısı ile de anaerkil dönem M.Ö. 4000 yılında başlamış, 2000 yıl yaşamıştır. O nedenle tarihi arkeoloji kazılarından esinlenerek yazan tarihçiler “tarih Sümer'de başlar” demişlerdir. İslam, tarihi İslam’la başlatır, helali haramı, iyiyi kötüyü İslam’la ve İslam’a göre niteler. İslam öncesi her şeyi haram ve günah sayar. İslam bin dört yüz (1400) yaşında, ama tarihin başladığı Sümerler 6 bin yıl önceden var.


İslam’a göre bütün bu tarih ve bu tarih süresince yaşamış olan insan toplumu haram ve cehennemlik bir toplumdur. Anaerkil dönemin ifadesi olan kadını da günah keçisi olarak görür. Ama Alevilik öyle değildir. Alevilik İslam’ın tersine kadını kutsal olarak görür, “anaları hor görmeyin” der. Kadın anadır, zaten tarihte üretmiş oldukları bir de “Kadın” anaları vardır. İslam’da tek bir tapılacak, tanrıdır. Tanrıdan başka şeye inanmak en büyük günahtır. Halbuki Aleviler doğaya da inanırlar. Ağaç, su gibi doğa güzelliklerine, ölmüş insan gibi insanların anısına, onların yatırına, aya, güneşe, Alevilere yakın olan Ezidiler ateşe vb. gibi doğa anaya inanırlar. Sümerler'le başlayan insan tarihine bakıldığı zaman Alevi inancının bir çok öğesini söz konusu tarihte görebilirsiniz. Bu bakımdan Alevilik tarihsizlik değildir. Aleviliğin tarihi Sümer tarihi yani insanlık tarihidir. Alevilik insanlıkla birlikte var olmuştur. Yapısı gereği insanlık tarihinin insana dair olan her birikim ve değerini kendi içinde barındırmış ve barındırmaya devam ediyor. Alevilik, tarihsiz olmadığı gibi Aleviliğin tarihi İslam’la da başlamamıştır. İslam yokken de Alevilik vardı. Dolayısı ile Ali yokken de Alevilik vardı. Bilvesile Aleviliği Ali değil, Alevilik Ali’yi yarattı. O nedenle Aleviliğin Ali'si İslam’ın dördüncü halifesi Ali değildir. Alevilerin Ali’si Allah’tır.


Ali'yi Allah olarak gördükleri için de: Allah- Muhammed- Ya Ali üçlü dokunulmazlar yaratmış ve üçlü olarak da formüle etmişlerdir. İslam’a göre Ali, dört halifeden birisidir. Hatta bir çok İslam alimine ve Muaviye’ye göre Ali'nin halifeliği tartışmalıdır. Olguya hangi açıdan bakılırsa bakılsın: Ali'nin Aleviliği değil, Aleviliğin Ali'yi yaratmış olduğu kolayca anlaşılır. Çünkü Halife Ali'yi İslam ve İslam’ın hiçbir otoritesi Allah olarak kabul etmez. Sadece Aleviler Ali'yi Allah olarak görür ve Allah-Muhammed-Ali olarak üçünü aynı değerde niteler. Demek istediğim, Alevilerin Ali'si herhal ve şartta İslam tarihinin yazdığı Halife Ali değil, Alevilere özgü, fakat Aleviler tarafından tanrılaştırılmış olan Ali’dir. Söz konusu olguya bu somut veri ile yaklaşılsa bile: Ali'nin Aleviliği değil, Aleviliğin kendine özgü bir Ali yaratmış olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. İslam’da insanı tanrı yaratır, ama Aleviler İslam’a göre halife yani İslam’a göre sadece seçkin bir insan olan Ali’yi tanrı yapmışlardır. Bilvesile Alevilik kendi tanrısını kendisi ve de insandan yaratmıştır. Yaratmış olmasa bile Ali’yi tanrı katına çıkartmıştır. Buna bir Müslüman sadece “tövbe tövbe” der.


Ama Aleviler öyle demezler “Ali Allah'tır” derler. Alevilik İnsanlık tarihinde, insana dair ne varsa, bir mıknatıs gibi çekip, kendi dağarcığına toplamış ve tarihler boyunca kuşaktan kuşağa taşımıştır. Alevilik bu tarihi yapısal özelliği ile İslam öncesi Şamanizm’i, Manizm’i, Mazdakizm’i, İslam sonrası, fakat İslam’a aykırı olan Nesimi’yi, Hallacı Mansur’u ve daha nicelerini kendi dağarcığına alıp, tarihler boyu, gümümüze kadar taşımıştır. Bütün bunları taşıdığı gibi Ali’yi de tanrılaştırarak tarih dağarcığına koymuş, taşımış ve taşımaya devam ediyor. Nasıl ki; materyalizm uygarlık tarihinin toplumsal ilerleme sürecinde rol oynayan değerlerine sahip çıkmış, onları kendi dağarcığında toplayarak tarihe taşıyıp, topluma mal etmişse, Alevilik de Sümerlerden beri insana dair ne varsa kendi dağarcığında toplayarak taşımıştır. Hatta bir Batı verisi olan Rafıziliği bile sahiplenip, tarihi dağarcığına koyup, Alevi kültürüne katarak, benimseyip, tarihine mal etmiştir. Aleviliğin Rafıziliği benimsemesi tek başına bile Aleviliğin İslam’ın bir kolu, yan ürünü olmadığını, bir insanlık fenomeni olduğunu göstermeye yeter.


Yeter diyorum, çünkü Rafıziliğin çıkış yeri Batı'dır ve Rafızilik Alevilik gibi sınıfsız, kominal toplumun devamı değil, sınıflı uygar toplumun bir öğesidir. Buna rağmen bugün ismi Alevilik olan insan toplumu Rafıziliği benimsemiş, özümsemiş ve içselleştirmiştir. Tabi ki Alevilik (Alevilik derken Arap dünyasının Nusayri, Haydarileri vb. de dahil ederek söylüyorum) İslam’dan neler çekmiş, ne kırım ve soykırımlar yaşamışsa, Rafıziler de Hristiyan dininden aynı zulmü görmüş ve yaşamışlardır. Haçlı orduları sadece İslam’a karşı savaşmamış, aynı zamanda Rafıziliğe karşı da savaşmışlardır. Max Beer’in Rafıziliği işleyen: “Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi” kitabında Rafızilerin eski Çekoslovakya'nın güneyinde 1111’de kurmuş oldukları kominal "Güneş Devleti"ni yıkmak için Hristiyanlığın nasıl “Haçlı seferleri” düzenlediğini, nasıl katliamlar yaptığını okursunuz. Bazı tarihçiler, Hristiyan dininin Rafızilere uyguladığı katliamları “Alevi katliamı” olarak niteliyor. “Hıristiyanlık Alevileri de katletmiş” diyorlar. Evet bugün Alevi olarak nitelenen topluluğun literatürüne göre Hristiyanlığın katletmiş olduğu Rafıziler de Alevidir. Çünkü, Aleviliği aşağılamak için Sünni Müslümanlar da Alevilere “Rafızi” derler.

Rafızilikle günümüzde Alevi olarak anılan toplum aynı ideolojiye sahipler. Evet, ideolojileri ortaktır fakat, doğdukları coğrafya ve tarihi uygarlıkları ayrıdır. Alevilik kominal bir uygarlık olan Sümerler'den gelirken, Rafızilik, Batı uygarlığı içinde, sınıflı toplum döneminde sınıflı topluma karşı oluşmuş bir fenomendir. Her ikisi de, yani Alevilik de, Rafızilik de aynı insani değerlere sahiptir, aynı şeylere karşı, aynı şeylerden yanadırlar. Bu iki ayrı coğrafyada, iki ayrı uygarlık içinde oluşmuş, fakat ortak ideolojiye sahip olan Alevilik ile Rafıziliğin nedenlerini kavrayabilmek için Samuel Kramer'ın “Tarih Sümer’de Başlar” eseri ile Max Beer’in “Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi” eserlerinin derinlemesine incelenmesi gerekir. Bu eserler incelendiğinde ne Aleviliğin ve ne de Rafıziliğin İslam’la doğmadığı kolayca görülür. Aleviliği bir inanca indirgeyip, İslam kalıbına sokmanın ne kadar yanlış olduğu da kendiliğinden anlaşılır. Ali'nin Aleviliği değil, Aleviliğin Ali’yi yarattığı da net olarak görülür.

Teslim TÖRE
11 Mayıs 2018

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum