Ali BALKIZ : "Mahalle Baskısı", giderek faşizan baskıya dönüşecek
Ali BALKIZ : "Mahalle Baskısı", giderek faşizan baskıya dönüşecek(Alevi Haber Özel Haber) - Vatan Gazetesi'nin "Türkiye...
Ali BALKIZ : "Mahalle Baskısı", giderek faşizan baskıya dönüşecek
(Alevi Haber Özel Haber) - Vatan Gazetesi'nin "Türkiye nereye gidiyor?" yazı dizisi kapsamında ABF Genel Başkanı Ali BALKIZ ile gerçekleştirdiği röportajın tam metni sadece Alevi Haber'nda:
* Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıl içinde nasıl bir seyirle hangi noktaya varacağını hayal ediyorsunuz?
Köylerin, köylülerin köylü kimlikleriyle, kenti kuşatmaları, etkilemeleri hatta belirlemeleri giderek güç kaybedecek. Kent kültürü ve yaşam biçimi daha öne çıkacak. Kent uygarlıktır. Ve dolayısıyla çelişkiler yumağıdır. Çelişenlerarası mücadele, sanılanın aksine sınıfları, katmanları, kültürleri, inançları, kökenleri aidiyetleri birbirlerinden uzaklaştırmak yerine yakınlaştırır. Bu yakınlaşma toplumu TEK’e ulaştırmaz, ulaştıramaz elbette, ama karşıdakini anlama, empati, giderek bir arada yaşama kültürünü geliştirir. Önümüzdeki on yılda ülkemizde böyle bir gelişme olacağının ipuçları var sanki. Kürt sorunu, Alevi sorunu, komşularımızla ilişkiler... Yunanistan, Ermenistan, Suriye, Irak, İran’la ilişkilerimiz... Dün tüm bunlar konuşulamıyordu bile...
İnat ettiğimiz, ayak dirediğimiz; demokratikleşme, laikleşme, insan hakları, gelir dağılımı, sosyal adalet vb. konular da ister istemez gündeme gelecektir.
* “Türkiye’de toplumun ve kurumların daha da muhafazakâr hale geldiği” yolundaki eleştireler hak veriyor musunuz? Aslında değişen nedir?
Hayır, daha da muhafazakâr hale gelmedik, zaten muhafazakârdık. Değişen şu oldu: Politikacılar muhafazakârlığımızı örgütlediler. Tek tek, aile aile, yöre yöre muhafazakâr olan kimseler, kesimler, çevreler, topluma dönüştürüldüler. Tutuculuk toplumsallaştırıldı. Benzerlerle, benzer olmayanlar arasındaki farklılıklar kışkırtıldı, abartıldı ve oy’a tahvil edildi. Bu yeni bir maden cevheri bulmak gibi bir şeydi. İş makineleri hâlâ o ocakta çalışıyor. Sağ partilerin yıllardır tünel üstüne tünel açtıkları o ocağa, CHP elinde kazmak ile yeni indi. Üstelik başında bareti de yok.
* Bazı araştırmacılar özellikle Anadolu’da “Mahalle baskısı”nda artış olduğunu öne sürüyor. Bu yönde bir gidişatı gözlemlediniz mi? 10 yıl sonra yine bunu tartışıyor olacak mıyız?
Evet, hem de çok ciddi bir boyutta... “Anadolu” neresiyse işte orada, esnafsanız eğer; namaz saati geldiğinde dükkânınızı açık tutamazsınız, iş adamıysanız eşinizin, kızınızın, sekreterinizin başı açık olamaz, genç kızsanız flört edemez, mini etekle dolaşamazsınız. Alevi’nin, Kürdün, Solcu’nun ne dükkânından alış-veriş yapabilirsiniz ne de kızını-oğlunu gelin-damat edinebilirsiniz. Üst kattaki hatim indirme toplantısına katılmıyorsanız eğer; artık selam alıp veremeyeceksiniz demektir.
Sohbet, sofra, dem ehliyseniz eğer; ya beş yıldızlı bir otel bulacaksınız, ya da başarabiliyorsanız Orduevi’ne gideceksiniz.
Anadolu’da Kürt, Alevi, Solcu ve memur olmak kadar zor bir şey olmasa gerek. Yapacağınız tek şey var: Gizlenmek... Uymak... Onlar gibi olmak... En azından öyle gözükmek.
30-40-50 yıl önce Anadolu böyle değildi. Herkes kendi dili, dini ve rengiyle güzeldi. “İyi insan” olmanın kriterleri bu sıfatlarla anılmıyordu. Herkes kendine iyiydi.
Bu olumsuzluğu aşamazsak eğer; korkarım ki “Mahalle Baskısı”, giderek faşizan baskıya dönüşecek.
Madımak Oteli’nin önünde toplanan 15 bin insan yakıcısını hangi iklim yarattı?... Ve onlar hâlâ hayatta değiller mi?.... Üstelik giderek çoğalmıyorlar mı?... İyi ki; Madımak’ı ziyaret edenlerin sayısı da katbekat artıyor her yıl.
* Cumhuriyetin 96’ncı yıldönümünü kutlayacağımız tarihte (2019), AB normlarında bir ülke olma ihtimalimiz var mı? Farklı bir eksende olabilir miyiz?
Karikatür biçiminde de olsa benzeyeceğiz. Çünkü karikatür; olanı değil, olması gerekeni dalga geçerek anlatma sanatıdır. Neden kendisi değil de benzeyeni olacağız?... Çünkü; AB ülkelerinin yaşadığı, siyasi, ekonomik, kültürel, sanatsal, sınıfsal, inançsal süreçleri, kendi doğal süreçleri içinde yaşamadık, yaşayamadık da ondan. Son 150-200 yılda hiç Avrupalı olmadık, hep Avrupalı gibi olmaya özendik. Hem batılı, hem doğulu; giderek Güneydoğulu olduk da ondan. Bunu sübjektif çabalarımızla değiştirmenin olanağı yoktu kuşkusuz. Objektif koşullar belirleyiciydi çünkü.
Farklı bir eksende olmamızın bugün için koşulları yoktur. Yarın da olmayacaktır. Onca olumsuzluğa, amansız bir mücadeleye karşın yine de ülkemizde bir demokrasi ve laiklik özleminin kök saldığını söyleyebiliriz. Çünkü başta Aleviler olmak üzere, ne Sünni demokratlar, ne Kürt demokratlar ne de öteki çağdaş, demokrat, laik çevreler buna izin verirler.
* O gün hukuk sistemimiz, Güneydoğu meselesi, başörtülü yüksekokul öğrencilerinin durumu, eğitim ve kültürel iklim nasıl şekillenebilir?
O gün hukuk sistemimiz (belki ilk on yıla sığmayacak ama) mutlaka değişecek. Bir yandan “Mahalle Baskısı”nın Faşizan Baskı’ya dönüşebileceği olasılığından söz ederken, hukuk sistemimizin olumlu anlamda değişebileceğinden nasıl söz edebilirsiniz?...
Çünkü; ne Anadolu Türkiye’dir, ne de Türkiye dünyadan yalıtılmıştır. Her coğrafya, her kültür, inanç, yaşam tarzı, sosyal, siyasal, ekonomik olgu birbirini her türlü direnmeye karşın birebir etkilemektedir.
Emperyalizmin, yerel özellikleri öne çıkararak, toplumu bölme, bölerek kolayca yönetme politikalarına karşın; toplumsal dayanışma, birbirini anlama, barışı egemen kılma, insanı yüceltme, emeği kutsal kılma duygusunun da o politikaya inat giderek geliştiğini görmeliyiz.
O Gün’ün Türkiye’sinde herkes nasıl istiyorsa; (Türk, Türk gibi, Kürt, Kürt gibi, Alevi, Sünni... herkes kendi gibi) öyle yaşayacaktır. Bunu sağlayan hukuk sistemimiz kurulacaktır. Ama hiç kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilelebet payidar olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin payidar olması belki de önemli ölçüde buna bağlıdır.
* Önümüzdeki 10 yıl içinde Türkiye’nin öncelikle çözümlemesi gereken sorunlarını nasıl sıralayabilirsiniz? 2019’a geldiğimizde “Keşke bu meseleyi öncelikle çözebilseydik” diyeceğimiz gündem maddesi ne olabilir?
“Keşke” diye başladığımızda;
- Toprağımızı, suyumuzu, havamızı böylesine kirletmeseydik,
- Üniversitelerimizi üniversitelilere bıraksaydık,
- Köylülerimizi, köyde yaşayan, orada üreten toplumsal yaşama oradan katılan koşulları yaratsaydık,
- Kişilerin, inananla - inanan arasındaki o hoş ve özel alana müdahale etmeseydik, araya girmeseydik,
- Adalet, yargı kurumunu ve elbette mensuplarını kendimize göre dizayn etmeseydik,
- Halkın her kesiminin, öncelikle de emekçilerin örgütlenmesi önündeki engelleri kaldırsaydık,
- Alevilerin “Eşit Yurttaşlık Hakkı” ana başlığı altında sıraladıkları temel taleplerini karşılasaydık,
- Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle, diyalog yoluyla çözseydik,
- Nitelikli ara eleman yetiştirerek işsizliği minimuma indirseydik.
* “İçine kapalı ve farklılıklara hoşgörüsüz” bir topluma dönüşme ihtimalimiz var mı? Milliyetçi çıkışlarla ilgili değerlendirmeniz nedir?
Siyasetçilerin muhafazakârlığımızı örgütleme çabaları sürerse evet... Toplumumuzun kimi kesimlerinin kendilerince duyarlılıklarına hitap ederek, o duyguları canlı-diri tutma tavırları sürerse evet. Hatta; “hoş görüsüzlük”, daha da bir üst boyuta tırmanabilir.
* Cemaatlerin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Kuşattığı alanda nasıl bir iklim oluşuyor?
Cemaatleşme bir yabancılaşmadır. Toplumun genelinden, genel değerlerden koparak yerine, dini duyarlılıklara dayalı özel bir yaşam alanı yaratma çabasıdır.
Cemaatler ülkemizde, önce kendilerine sokaklar, mahalleler, çarşılar yarattılar. Kreşlerini, okullarını, dershanelerini, üniversitelerini kurdular. Kaplıcalarını, otellerini, plajlarını bile ayırdılar. Finans kurumu, banka sahibi oldular. Komün yaşamına özeniyorlar. Sınıflı toplumda komün yaşamı!... Zengin, varlıklı, dirayetli cemaat mensuplarıyla, fakir, işçi, işsiz cemaat mensupları arasındaki farkı, çelişkiyi dini duygular ve adanmışlıklar, ne dereceye kadar ve nereye kadar bastırabilir. Türbanını, altındaki jeepini, kredi kartı limitini paraya vursanız servet eder... Öbürünün sadece seccadesi var oysa...
Çözülme buradan başlayacak. Demokratik, laik bir toplumun oluşumuna belki buradan başlanacak.
* Farklı kültürel değerlere ve inanç sistemine sahip büyük toplumsal kitlelerin “birbirine bakışı” değişir mi? korkular azalır mı? Büyük bir kopuş mu yaşanır?
Değişiyor, değişecek... Bunu 2 Temmuz 1993 günü Madımak Oteli’nin önüne gelmeyen Sivaslılar başaracak. O büyük çoğunluk bugün Madımak Oteli’nin önüne gelerek karanfil bırakıyor.
Aşk ferman dinlemiyor, Aleviler Sünnilerle, Türkler Kürtlerle düne göre daha çok evleniyorlar. Paranın ticaretin de dini imanı yoktur. Ayrıca kent koşullarında bir arada, iç içe yaşadıkça ön yargıları kırılıyor. Herkesimin kendi köktencisi dirense de gelişim, eğilim bu yönde.
* 10 yıl sonra Cemaatlerin gücü artacak mı azalacak mı? Kürt sorunu ne olacak?
Cemaatlerin gücü yukarıda anlattığım sınıf gereği nedeniyle azalacak, Kürt sorunu ise, belki hâlâ sürüyor olacak ama önemli bir mesafe de kat edilmiş olacak, yeter ki makul (akılcı, rasyonel) olanlar inisiyatifi ele alabilecek cesareti göstermiş olsunlar.
Bu önemli yayınınız için teşekkür ediyor ve başarılar diliyorum.
Saygı ve sevgilerimle
Ali BALKIZ
Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı
KAYNAK : Alevihaber.com Özel Haber - 7 Mart 2009
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.