Alevilikte Kadının Yeri
Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilindeHakkın yarattığı her şey yerli yerindeBizim nazarımızda kadın erkek farkı yokNoksanlık eksiklik senin görüşlerinde–Hacı...
Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakkın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok
Noksanlık eksiklik senin görüşlerinde
–Hacı Bektaş Veli–
Erkek hükümran inançların hâkimiyeti altında bulunan bir coğrafyada yasaklı bir inanç olmak, Alevîlik açısından kadın konusunda bazı tedbirleri almayı zorunlu hale getirmiştir. Erkek egemen yaşam tarzı kadının sosyal yaşamı hakkında sınırlamalar getirmişse de kadın, Kızılbaş-Alevîlikte bu sınırları kırmayı başarmıştır. Hemen her inanç kadının kendisinde eşit olduğunu ezelden beri söylemiş ise de, bu görüş teoride kalmış; maalesef pratikte, yaşanabilir veya uygulanabilirlik açısından pekte öyle olmamıştır. Bunu yaşayarak ve görerek tecrübe ettik.
Dinî anlamda “kadın âdemin kaburga kemiğinden yaratılmıştır, insanlığın anasıdır” gibi yüzeysel görüşler belirtilmekle beraber; yukarıda bahsini ettiğimiz gibi bu tespitler pratiğe uymamış, sadece tozpembe görüşler olarak kalmış, kadın hiçte bu görüşler ışığında toplum içinde hak ettiği saygınlığı, özgür yaşamı veya eşitliği yaşayamamıştır. Çünkü ilk önce erkek yaratılmış, kadın sonra onun kemiğinden yaratılmıştır. Böylece kadın hayata yenik başlıyordu. Havva yılana aldanıp yasak meyveyi yiyip cennetten âdem ile birlikte sürülüyordu.
Bilimsel (antropolojik, tarihi veya sosyolojik) olarak kadın, avcı-toplayıcı dönemlerden tutun, bugüne değin ana-erkil, ata-erkil vb dönemler içinde değerlendirilmiş ve bu görüşler içinde, kadının sosyal-dini-ailevi yaşam içindeki rolü hakkında saptamalar yapılmıştır.
“Ana tanrıça Kibele Anadoluludur, dolayısıyla anaerkil düzenin en önemli yaşam alanlarından biri de Anadolu’dur. “Tarihin babası Heredot; “Bir Likyalı’ya kim olduğunu sorun, size kendi adını ve anasının soyunu söyleyerek yanıt verecektir demektedir. Likyalılar analarının adını alırlar, mallar miras yoluyla oğullara değil kızlara geçerdi.”[1]
Kadının altın çağı veya altın milenyumları da denilen anaerkil dönemden bahsedilmesi olağan bir durumdur; bilimsel olarak da bu doğrulanmıştır. Bu sürecin aslında semavî denilen dinlerin gelişine kadar -azalarak da olsa- sürdüğünü söylemek haksızlık olmaz.
“Neolitik çağlarda erkeğin döllemedeki fonksiyonu bilinmediğinden kadınların kendi kendilerine gebe kaldıklarına inanılırdı. Ana tanrıça tapınmasının oluşmasındaki en önemli nedenlerden biri de, kadınların insan soyunu tek başına sürdürdükleri inancıydı.”[2]
Tüm bu süreçleri takip etmek zor değildir. Asıl konumuza dönersek. Kadının Alevilikteki konumu hakkında sınıflandırma yapmak gerekir. Aksi durumda sınıflandırmadan anlatmanın zorluğu malumunuzdur. Sosyal yaşamda, dini hayatta, felsefi olarak kadın vb çeşitli başlıklarda ele almak gerekir. Kadın konusu çok derin ve üzerine kitap yazılacak kadar ayrıntısı olan bir konudur. Burada sadece temel noktalara işaret edeceğim.
Sosyal ve Dinî Yaşamda Alevî Kadını
Oturmuş mürşitler dolu içerler,
Dillerinden dürr-ü gevher saçarlar,
Günahlının günahından geçerler,
Kusursuz günahsız kul bulunur mu?
–SAKİNE BACI–
Kur’an – El Bakara 228:
“…Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir.”
Alevî tarihinden izlediğimiz kadarı ile kadınların sosyal yaşamlarında kurala bağlanmış veya katı gelenek şeklinde nesilden nesile aktarılmış bir yasaklar silsilesine rastlamıyoruz. Aksine çeşitli yerli-yabancı araştırmacıların eserlerinden öğrendiğimiz kadarı ile bugünkü Alevî yaşamından çok farklı olmayan bir yaşam tarzı ile karşılaşıyoruz.
Örneğin 1800lü yılların sonlarına doğru Breslau Üniversitesi‘nden bir araştırma için Ankara Alevi köylerini gezen Alman Bilim adamı Prof. Richard Leonhard anılarında burada kaç-göç olmadığını, kadınlarla erkeklerin eşit düzeyde olduğu, bu insanların yaşam tarzının Orta Avrupa ülkeleriyle aynı olduğunu belirtmektedir. Alevîlerin kadına verdiği bu önem-değer nedeni ile kınandığı, iftiralara maruz bırakıldığı bilinmektedir. Bu durum bir çekememezliğin ifadesi olarak, sindirme amacı taşır.
Alman araştırmacı A. J. Dierl şöyle der;
“Alevî kadınlar dini törenlerde başörtüsü kullanmadıkları gibi yaşmak, çarşaf, peçe yada yüz örtüsü (ummanda olduğu gibi) takmazlar. Kadın tecrit (soyutlama) edilmemiştir, erkeklerin toplantılarına serbestçe katılabilir, onlarla yemek yiyebilir, dinsel-kültürel toplantılarda konuşma yapabilir. Çiftlerin, yani kadın ile erkeğin birlikte yaptığı dansların yanı sıra, Alevî yaşamında modern ya da eski Türk müziği tarzında müziklere de yer vardır, içki yasak değildir. Bir konferans ya da konuşmada İNŞALLAH gibi tumturaklı dinsel sözler nadiren kullanılır. Ali ile ilgili vecizelerde fazla kullanılmaz.”[3]
Katı dinsel kuralların yaşandığı dönemlerde kadının sürekli sosyal yaşamda sınırlandırıldığını biliyoruz. Yanlışta olsa kadın sesinin haram olduğunu düşünen bir güruhun olduğunu düşünürsek, şüphesiz karşılıklı dans etmenin, toplantılarda konuşma yapmanın önemli bir yeri olmalıdır. Bunu dillendirmek bile abes ile iştigal. Fakat tarihi araştırmalardan da biliyoruz ki olağan olan işlemediği zaman, gün gelir olağanüstü gibi görülmeye başlanır. Abes olan budur. Kadının salt cinsel bir objeden ibaret görülmesi onun sosyal yaşamdan dışlanmasının, ona güvensizliğin nedenlerin başında gelir. Oysaki Kızılbaş-Alevî felsefesinde bu şiddetle reddedilmiş ve eleştirilmiştir.
“…Kötü tensel istekler ruhu aşağıya çekmekte, ruhsal saflığı engellemekte ve Tanrıdan uzaklaşılmasına yol açmaktadır. En büyük baştan çıkarıcı ise, güzel vücudu ile erkeğin aklını çelen kadındır. Kadının erkekten aşağı görüldüğü bütün toplumlarda, sahip olabildiği tek silahı olan cinselliği ve bedeni DİN tarafından başından itibaren olumsuzlanır. Peki, teoride ve pratikte kadını erkekle eşit haklara sahip bir varlık olarak gören, erkekle kadını eşit düzeyde, eşit değerde sayan, cinselliği ve kadın bedenini olumlayan bir din mümkün değil midir? Mümkündür ve böyle bir anlayışın temelleri Alevî Felsefesinde kolayca görülebilir.”[4]
Tüm bu adaletsiz sistem içinde oluşturulan kadın-erkek eşitsizliği, Alevilikte çok sayıda kadın ozan olmasına rağmen, Alevî filozofyası gereği öyle bir eleştirilmiştir ki Edip Harabî ve Melulî Baba kadın mahlası ile şiirler yazmışlardır. Dikkat çekmek için!
Ey erenler erler nasıl ersiniz?
Söyleyin sizinle davamız vardır
Bacılara niçin nakıs dersiniz
Bizimde Hazreti Havvamız vardır
Bizi de halk eden süphan değil mi?
Aslanın dişisi aslan değil mi?
Söyleyin makbul-u rahman değil mi?
Ümmi Gülsüm Zeynep Leylamız vardır
–Naciye Bacı (Edip Harabi)—
Alevîlikte birden fazla kadınla evlenme yasağı vardır. Harem selamlık uygulaması yoktur. Hülle (3 kere boş ol ve geçici süre ile anlaşmalı evlilik) yapmak, muta, imam nikâhı yoktur. Kadını dövmek, aldatmak düşkünlük nedenidir ve Alevilikten dışlanmayı gerektirir. Boşanma ise evlilikte haksız tarafın düşkün edilmesi ile sağlanır, aksi durumda yasaktır. Erkek burada gözetilmemiş tersine “hak” gözetilmiştir, kadın erkek ayrımı yapılmamıştır. Evlilik kurumuna aşırı derecede önem verilmiştir. Evli olmayan kimse törenle yola giremez ve dolayısı ile dört kapı kırk makam eğitim sistemine dâhil olamaz. Yine Kırklar Cemi efsanesinde 40 kişinin 17si kadındır. 40lar inancı Aleviliğin temelidir ve orda bile kadın hak ettiği yeri almıştır. Kadınsız yaşam yoktur, olamaz.
“Gel benim ey güzel servi çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin, yüzüm sana dönerim
Mihrabımdır kaşlarının arası
-Pir Sultan Abdal-
Dediği bu değerli kadınlar günlük yaşamdan ibadete, düğünden cenazeye yaşamın her alanını erkekle yan yana yaşarlar. Alevi ibadet ayinlerinde kadın erkeğin yanında olup Aleviliğin eşitlikçi ve toplumcu yapısını sergiler. Alevi törenlerinde evli olmayan, görgü cemine giremez. Evli olanlarsa eşleriyle birlikte görülürler.” [5]
Talip yolu ta ezelden kardeş bacıdır
Kardeş bacı tanımayan zehirden acıdır
–Hasan Sanî-
Alevi kadınında türban, çarşaf, peçe tarzı İslami hayat uygulamaları yoktur. Hatta kimi dedelere göre düşkünlük nedenidir. Alevi kadını giyinme, karşı cinsle iletişim gibi konularda toplumun diğer kesimlerine göre daha serbesttir. Bu nedenle Alevi aileler arasındaki uyum ve muhabbet İslami yaşama göre daha dengelidir. Onlar her şeyin bu dünyada olduğuna inanan öğretiden olsa gerek öbür dünyada ayaklarının altında olacağı müjdelenen cenneti bu dünyada yaşamayı yeğlerler.
İbreti emelim insana hizmet
Hacıya Hocaya kalmadı minnet
Eşim bana huri, evimde cennet
İbriği tespihi kırdım da geldim
–İbretî–
Kadın Pir – Ozanlar:
Pir Anadır hak meydanın baş tacı
İbrikçi, meydancı, süpürgeci bacı
Gözcü, kapıcı, meydan Güruh-u Naci
Naciye’den sır geldim nurdayım erenler
–Nizar Daylemî–
“Türklerin ve Kürtlerin önemli bir kesimi Müslüman’dır. Müslümanlık ise erkek egemenliğini esas alan bir tapınım biçimidir. Doğal olarak bu inanışın kuralları ile şekillenen bir toplumda kadının üstelik şiir yazan bir kadının öne çıkması olası değil. Bu yüzdende İslamcı yazarlar “Şiir erkek işidir; kadın sûretâ şiir…” derler. Sanıyorum Anadolu’da ilk bilinen “kadın” şair Selçuklular döneminde yaşamış bir falcı olan Müneccime Hatun’dur. Mezopotamya’da ise toplumbilimcilerin araştırmaları sonucu ortaya çıkan “Celale Xanima Loristanî, Dayê Tewraza Hevramî, Rihan Xanima Loristanî, Lîza Xanim, Nazdar Xatûn, Nergîz Xanim gibi 7-8. yüzyıldan 12-13. yüzyıla doğru giden 12 -15 civarında kadın şair gelip geçmiş ki, tamamı o dönemin Kızılbaş/ Yarêsan Kürt şairleridir.” [6]
Alevî önderleri olan pirlerin, eşleri de pirdir. Onlar gibi erkân yürütebilir, gülbang okuyabilir, semah dönebilir, hatta dilerse yapabiliyorsa ayin-i cem sırasında saz çalıp, deyiş okuyabilir.
Bazı kadın pirler ve ozanların isimleri ve yaşadıkları tarihler şöyle:
Seyyide Ana Emiş: Bamasur (Baba Mansur) ocağı postnişanesi bile olmuştur. 19. Yy da yaşamıştır. Yaşamı boyunca dediğimiz gibi erkan sürmüş, yolu devam ettirmiştir.
Pulyanlı Elif Ana: Sinemil Ocağından olan Afê Ana, K. Maraş Pazarcıklıdır. Elif Ana başta Maraş, Antep, ve Malatya olmak üzere Alevi toplumu içinde tanınan ve kendi adıyla anılan bir ocağın kurucusu. Ayrıca Elif Ananın 10 yaşından beri her şeyi gördüğü ve bildiği de dile getiriliyor. Yardım sever ve misafir perverliği halen anlatılmaktadır. Son derece bilgili bir kadın-anadır. 31Ekim 1991 Yılında hakka yürüyen Elif Ana öldükten sonrada ziyaret edilmektedir.
Seyyide Ana İsme : Dersim Tehtitel köyünde 1700’lü yılarda yaşamıştır. Oldukça nüfuzlu bir Ana’dır. Çerağ sahibidir. Kendi zamanında Kurêşan Ocağının postnişanesidir.
Kereze Ana: Kurêşan Ocağından olup 19.yy da yaşamıştır. Erkân yürütmüştür. Cem bağlamıştır. Saygınlığı dersim bölgesinde hala bilinmekte ve hatırlanmaktadır.
Daha çok örnek verilebilir; fakat unutulmamalıdır ki bu verdiğimiz örnekler kayıt altına alınmış örneklerdir. Aksi halde her çağda sayısız kadın ozan-pir-ana’nın varlığından şüphemiz yoktur. Bahsettiğimiz dönemleri göz önüne alırsak Osmanlı dönemindeki kadın şairleri ile mukayese edersek; bunlar saray edebiyatı dediğimiz divan şairleridir ve tersine kadı yâda padişahların eşlerinden, kızlarından oluşmakta idi. Bu açıdan bakıldığında dönemin tabiri ile reaya denilen taban içinde pir-ozanlar çıkarmak Kızılbaş – Aleviliğe nasip olmuştur.
Ayrıca Sakine Bacı, Aşık Senem, Zühre Bacı gibi tekke eğitimi almış kadın ozanların varlığı bilinmekle beraber, çok sayıda kadın zannedilen ozanın -Melulî Babanın Latife adı örneğinde olduğu gibi- kadın mahlası ile yazmadığının detaylı araştırma yapılması ve belirlenebilmesi için isimlerinin anmasını doğru bulmuyorum. Melulî Babanın durumunu ise ayriyeten işleyeceğimi bildirerek bu konuyu kapatıyorum.Fakat unutulmamalıdır ki başta da belirttiğimiz gibi erkek yaşam tarzı ile örülmüş bir yaşam biçiminde kadın ozanlarında kendini gizleme ihtimali her zaman vardır. Elbette bu bir ihtimal böyle olduğunu ifade etmemiz için elimizde belgelerin olması gerekir. Şüphelerin olduğu ise su götürmez bir gerçektir.
Oturmuş mürşitler dolu içerler,
Dillerinden dürr-ü gevher saçarlar,
Günahlının günahından geçerler,
Kusursuz günahsız kul bulunur mu?
Mürşitler oturmuş yerli yerine,
Kimse eremedi Ali sırrına,
Hep dikildik erenlerin darına,
Mansur’un çektiği dar bulunur mu?
—SAKİNE BACI—
Ana Naciye Güruhu – Güruh-u Naci yahut Fırka-i Naciye
Ta ezelden nur-ı kandil
Fatıma anamızdır bil
-Melulî-
Alevî-Kızılbaşlar kendilerini 72 milletten saymazlar. Alevi-Kızılbaşlar 73. Millettir. 72 millet Havva yani Zulüm koludur. 73. Millet Naciye Ana yani Nur koludur. Bu yüzden meslek sahibi olunmadan, evlenmeden, musahibini bulmadan, ikrar verip törenle yola girip işleğini 72den 73e seçmeden Alevî olunmaz. Pirimiz Fedaî’nin buyurduğu gibi “işleğini 72den 73e seçmeden ister evladı resul, ismi şah talibiyim desen faydasızdır”
“Naciye çocuklarıyız bildiniz mi erenler? Babamız Naci’dir. Bu nedenle şeriatte (şeriat kapısında) bize Güruh-u Naci derler amma Marifet Kapısında erenler öyle söylemez. Marifet Kapısında biz ANA NACİYE çocukları olarak anılırız. Marifet Kapısı “ölmeden ölmek” kapısıdır. O kapıda künyemiz ANA NACİYE ile anılır. Hakikat yolculuğuna Naciye çocukları olarak çıkarız.” [7]
Kızılbaş yolağında her şey (a) zahiri ve (b) batınî; yani (a)şeriat-tarikat ve (b)marifet-hakikat kapılarına göredir. Herkesin bildiği gibi Alevi yolağı âdem-Havva değil Şit (Naci)- Naciye soyundan gelir. Bu yüzden zahirde Naci (Şit) derken; Batında onun gerçekliği Naciye Anadır. Erenler böyle söyler. Yukarıda anlatıldığı gibi. Yani bir kadın-ata yolağından bahsedilir. Dedik ya erkek egemen dikta, kimi önlemleri zorunlu kılar diye, aynen budur.
“…doğan ve doğuran, bağışlayan ve esirgeyen, besleyen ve büyüten, söyleyen ve söyleten, evrensel yaratıcı kadın-ata’dan söz etmiş oluyordum. Kadim Kızılbaş yolağında ne soy, ne de boy Babaya göre değildir, Kızılbaşların başları Analarına bağlıdır. Baba ancak ikinci doğumlarında söz konusu edilir. İkinci doğma ise ikrardan geçmekle olur. Erkek egemenliği ve onun şiddetle ördüğü yaşam tarzı, ne kadar inkârcı ve ne kadar yok sayıcı olursa olsun, bu coğrafya üzerinde oldukça derinlere kök salmış KADIN-ATA’ya ait kültür varlığını, inanç varlığını ortadan kaldıramamıştır. O bir biçimde kendisine yaşam alanı bulmuştur. Bunun en köklü yaşadığı inanç alanı KIZILBAŞLIKTIR.”[8]
Yazıyı okuyanlar hatırlayacaktır, yukarıda Anadolu yerli halklarından Likyalılar ile ilgili olarak bir alıntı yapmıştım. Aleviliğin kimi değerlerinin Anadolunun kadim miraslarından olduğu artık araştırmalar sonucu yadsınamaz bir gerçekliktir. Şöyle demiştik:
“Ana tanrıça Kibele Anadoluludur, dolayısıyla anaerkil düzenin en önemli yaşam alanlarından biri de Anadolu’dur. “Tarihin babası Heredot; “Bir Likyalı’ya kim olduğunu sorun, size kendi adını ve anasının soyunu söyleyerek yanıt verecektir demektedir. Likyalılar analarının adını alırlar, mallar miras yoluyla oğullara değil kızlara geçerdi.”
Tabi abartıp bağlamak niyetinde değiliz; fakat Anadolu mirasının Alevilik içinde yaşadığının bir gerçek olduğu bilinmelidir. Bu görüşlerin izleri Alevîlik içinde rahatça sürülebilir. Keza 13-14. Yyda ortaya çıkan Bacıyan-ı Rum kadın örgütlülüğü ortadadır. Bunun esinlendiği mirasın kaynağı yine Anadolu’dur.
Asli konumuza dönecek olursak; her şey zahir ve batın veya ilk iki kapı ve son iki kapıya göre değişir demiştik. Haşim Kutlu’ya göre Melulî babanın nefesindeki
Ta ezelden nur-ı kandil
Fatıma anamızdır bil
-Melulî-
Bu anlatımda Fatıma Ana aslında zahirde böyledir; ama batın yüzünde Naciye Anadır. Pir Hasan Sani; Hakkın emri rızası adlı kitabında Fatıma kelimesini kullanırken parantez içinde karşısına NACİYE ismini ekler. Sanırım Haşim Kutlu haksız değildir.
“ Kızılbaş yolunun batın yüzünde “YOL, ANADIR” baba ise erkândır. Ve Kızılbaş erkânınca YOL CÜMLEDEN ULUDUR.”[9]
4 kapıdan geçtiği bilinen bir mürşid olan Başköylü Seyyid Hasan Efendinin Güruh-u Naciye Hakkında söyledikleri sanırım yol’un kadın olduğunun en büyük ipuçlarını verecektir bize.
>>> Fırka-i Naciye, Hakkın emri rızasında olanlardır ve 40 haftada bir, Hakkın divanında dar olur, pirleri tarafından sorgu sual edilirler. Sorulan sorgu, Hakkın emr-i rızasında ne kadar olunup olunmadığıyla ilgilidir. Hakkın emri ve rızasında olmayanlar “CEM” evine alınmazlar. Ancak, cem yerinde sorulan soru ve verilen ceza; ahret gününde sorgu da edilmez, cezada verilmez. Zira insanın kârı, kazancı, sermayesi dünyadır. Ahrette sorgu sual yapılacağı, sadece bir kandırma olup, milleti birbirine düşman edip kırdıran alacaların uydurduğu bir şeydir. Bunların sözleri yalandır. Dünyada kaybolan ahrette bulunur mu? Dünya, insana en büyük sermayedir. Ve nihayet doğuş dünya içindir. Doğuş olmazsa dünya boştur. Dünya insansız, insanda dünyasız olmaz. Doğanlar sermayesini dünyada alır. <<< (*)
(*) Pir Hasan Sani, Hakkın Emri Rızası ve Varlığın Doğuşu
Pir Hasani bunu anlatırken anadan gelmenin, yaradılış reddi ve doğuş inancını vurgular. Çeşitli başlıklarda Alevilikte yaradılışın olmadığını varoluş-doğuş inancının olduğunu yazmıştık. Pir Hasani’nin bu anlatımın 16. Yy pir ulu ozanımız Kul Himmet;
Nice yüz bin yıllar kandilde durdum
Atanın belinden anadan geldim
–Kul Himmet–
Böyle haber vermektedir. Bu yüzden anaerkil dönemlerden kalma, kadının doğurganlık ve analık yönününde kızılbaş-alevi filozofyasında değer gördüğünü insani tüm hakların yanında salt bu nedenden dolayı bile kadının kutsandığı ve önemsendiği söylenebilir. Naciye ana kabulü sadece nedenlerden biri olup elbette sadece bir boyutudur. Salt bu değildir. Bu yüzden çetrefilli ve gizemli bir konu olan Naciye Ana konusuna değinmeyi gerekli gördüm. Karar sizlerindir. Son olarak üstat Haşim Kutlu’dan bir alıntı ile konuyu noktalamak istiyorum. Kusur ettiysek, yanlış yönlendirdiysek, sürç-i lisan ettiysek affola!
“ 60lı yılların sonuna doğru meydana çıkan bu savrulmalarda bu tahribatın büyük etkisi vardır. Bugünkü yol, erkân sıkıntısının bir ayağı da bu noktaya oturur. YOL VE ERKÂN KADIN ANALARIN HİMAYESİNDEYKEN YAŞAMAKTAYDI. Her ocağı esasta tüttüren onlardı. Onlar (kadın analar) terk edince BABALAR REHBERLER PİRLER zaten çoktan terk etmişlerdi.”
Yazı: Kul Seyyid
Dipnot ve Kaynakça:
[1] Merlin Stone ,Tanrılar Kadınken
[2] Hasan TORLAK, Ana Tanrıça İnancının Bitkisel Kaynakları, Yolculuk Der. Eyl.2002)
[3] Anton Josef Dierl, Anadolu Aleviliği, Ant yayınları
[4] Anton Josef Dierl, Anadolu Aleviliği, Ant yayınları
[5] Nejat Birdoğan, Anadolunun Gizli Kültürü Alevilik
[6] Ezeli Doğanay, Kadın Halk Ozanları. Ürün Yay. 1997 Ankara.
[7] Haşim Kutlu, Kızılbaş Alevilikte Yol Erkan Meydan, yurt kitap yayın
[8] Haşim Kutlu, Kızılbaş Alevilikte Yol Erkan Meydan, yurt kitap yayın
[9] Haşim Kutlu, Kızılbaş Alevilikte Yol Erkan Meydan, yurt kitap yayın
Kaynaklar: Yukarıdakilerin dışında
Başköylü Seyyid Hasan Efendi, Varlığın Doğuşu
Başköylü Seyyid Hasan Efendi, Hakkın Emri Rızası
Ünsal Öztürk, Alevilerin Büyük Sırrı
Etem Xemgin, İnsan mı Tanrıyı Yarattı
Süleyman Diyarloğlu , Tanrının Gizli Dili – Alevilik Batınilik-Ezoterizm
Öznur Tanal, Kadına Bakış
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.