Alevilik ve Pirlik
Can korkusu ve bilgi kirliliği Alevileri yavaş yavaş özünden kopardı. "Hak-Evren-İnsan" temelli felsefeleri özleriyle uyuşmayan "Hak-Muhammed-Ali" kültüne dönüştü.
Naçizane görüşüm, Alevilik bianiyetinden, yani yerleşik hayata geçildiğinden beri kabile temelli ocak sistemine dayanıyordu. Alevilerin "Eline, Diline, Beline" ilkesi insanlık tarihi kadar eskidir. Hayvani bir hayattan insani (sosyal) bir hayata geçisin yazılı olmayan belgesidir.
Göbeklitepe’deki ilk mabed 12 kabileden oluşuyordu. Oradaki her taş bir kabileyi ve o kabilenin dini reisini temsil ediyordu. O reisler bugünki dedelerin proto tipileri gibidir. O taşlardaki totemler onların o dönemdeki kutsallarıydı. Ortadaki iki taş büyük bir olasılıkla Ay'la Güneşi temsil ederdi. Ocakların merkezinin Mardin-Harran olması manidardır. (Hamza Aksüt’ün de tespiti)
Harran’ın antik çağlardaki tanrısı Aydır. Güneş kültünü önemseyen Ezidiler Semavi dinlerin baskısıyla bölgeyi terk etmek zorunda kaldılar. Ama Ay ve Güneş kültü günümüze dek geldi.
Derken tarım keşfedildi. Reisler (Ocak önderleri) mabet vb ihtiyaçlar için artı değer talep ettiler. Bu gönüllü katkı birkaç bin yıl sürdü. Ta ki en güçlü kabile diğerlerine hükmedene dek. Böylece Göbeklitepe'nin eşitlikçi temsiliyeti de son buldu. Göbeklitepe’nin kapatılması bu döneme denk gelir. (MÖ. 8500-8000)
Sümer tabletlerindeki Habil-Kabil Hikayesi (Orjinali, "Emeş-Enten" olan bu hikaye cinayetle değil aksine uzlaşma ile neticelenir). Adem'le ile Hava Hikayesi bu döneme özgüdür. Habil ile Kabil’in çelişkisi, birinin geleneksel hayvancılığı diğerinin tarımı kutsamasıdır. Birinde geleneksel totemlere bağlılık diğerinde büyük kabilenin hukuku vardır. Toprağı işleyenler yükselen sınıfı oluşturuyor ama erk sahibi kabileye artı değer ödüyorlardı. Tevrat’ın konu aldığı tarihi Aden Bahçeleri büyük olasılıkla Harran’da idi. Her yer bahçe olmayacağına göre muhtemelen bahçeyi işletenler yönetici kabileye artı değer vermeyi reddettiler. Erk sahibi Kabil’e onları yılanla özdeştirdikleri eski totemlerine bağlı kalmakla suçlayıp bahçelerinden uzaklaştırmış olabilir. Cenetten kovulmanın hikayesi bu olmalı diye düşünüyorum.
Derken şehir devletleri kuruldu (MÖ 7000-6000) Sümer öncesi Obayd ve Halaf kültü bu sürece denk gelir. Ülkemizde bu döneme ait onlarca höyük su altında bırakıldı.
MÖ. 4000 yılında Mezopotamya’nın Güney’inde Sümerler belirdi. Sümerler, çok rahipli şehir devletlerinin tek bir rahip etrafında birleşmesi olayıdır. Ama bu sonradan oluşacak merkezi devletlerin bir ön adımı gibiydi. Demokratik ve gevşekti. Sıkı, merkezi devletler tek Tanrılı dinlerle oluştu. Zerdüştlükle başlar, Musevilik, İsevilik ve İslamla sona erer. Başka bir deyişle Semavi dinler Sümerlerin küllerinden fışkırdı.
Tarih Sümerler’in dağlık bir yerden indiğini söyler. Bu dağlık yer kuzey Mezopotamya’nın (Urfa ve çevre iller) dışında bir yer değildir. Çünkü Sümer inancı ve tanrıları Göbeklitepe’nin totemleriyle uyuşur. İlk resimli yazı bu totemlerden çıktı. İlk hiyerogliflerin Mısıra ait olduğu sanılsa da bu alfabenin kullanıcıları MÖ. 6000 yılına dek uzayan Luviler olabilir. Çünkü Luviler çok daha gelişkin bir alfabeye sahiplerdi.
Peki Neolitik dönemin eşitlikçi ocaklarına ve dini reislerine ne oldu?
Bunların krallarla iyi geçinenlerinin kaldığını diğerlerinin tasfiye edildiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Luvi ve Hititlerde de durum aynı. Böylece Neolitik dönemin Tanrı, ayin ve ocakları kralların önceliğine göre değişti. Cem Erkan’ı, 12 Hizmet vb. ritüeller halk katında başka sarayda başka türlü uygulanır oldu. Devasa kayalara çizilen rölyefler; kralları sembolize eden yer tanrıları ile rızık dağıtan Gök tanrıları ve onları sembolize eden hayvan figürleri bu döneme özgüdür. Fakat Alevilerdeki asıl kırılma ve evrilme Hititlerin yıkılışına denk gelir. (Büyük Hitit devleti MÖ 1200, Geç Hitit devleti MÖ 900’lerde yıkıldı) O tarihten sonra kralların denetiminden çıkan Aleviler, "Ocak-Dede-Talip" eksenli inançlarını özlerine uygun şekilde gizlice yürütmek zorunda kaldılar.
İznik Konseyinden (MS. 325) sonra Alevi pirleri takip altına alındı. Alevilik ve Alevi önderleri yer altına çekilmek zorunda kaldılar. Pirler öldürülmektense tarlalarda çalışarak gizlenmeyi tercih ettiler. Anadolu'nun yeraltı şehirleri (Kapodokya, Hasankeyf vb.) Alevilere ait olmalı diye düşünüyorum. Roma-Selçuklu ve Osmanlı’nın ilk dönemine dek bu böyleydi.
Malya (Babai) yenilgisinden sonra H. Bektaş’ın ölüm ve sürgünleri göz önünde tutarak yeni pirler görevlendirdiği kesin. Bu pirlerin aynı ocaklardan mı diğer ocaklardan mı alındıkları, dergahlarca mı halkça mı görevlendirildikleri net değil. Ama Hünkar’dan sonra dergahları gasp eden Osmanlı’nın çakma dedeler yetiştirdiği de ayrı bir gerçek. Vefai-Erdebil Tarikatından sonra Alevilerdeki asıl dönüşüm Şah İsmail ve devamındaki ideolojik bombardımanla gerçekleşti. Hatayi'ye mal edilen şiirlerin kendisine ait olmadığını düşünüyorum. Ömrü savaşlarla geçmiş cani birinin bu kadar şiir yazması mümkün değil gibi. Can korkusu ve bilgi kirliliği Alevileri yavaş yavaş özünden kopardı. "Hak-Evren-İnsan" temelli felsefeleri özleriyle uyuşmayan "Hak-Muhammed-Ali" kültüne dönüştü.
1826, 1915, 1921, 1938, 1978, 1993 ve 16 yıllık AKP icraatı birbirini izleyen halkalardır.
Görüşlerim detaylardan çok esasla ilgilidir. Absürt yerler varsa lütfen belirtiniz. Olgulara, mevcut perspektifi aşarak sınıfsal-diyalektik bir pencereden bakmaya çalıştım...
Saygılarımla aşk ile...
Ali Rıza Aksın
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.