Alevili olmak, Kamil olmaktır
Kızılbaş Alevilik’te Varlık’ın doğuşufelsefesine göre; ‘kendi noktası’nda, sırda bulunan Hakk, yalnızlık (uzlet)dünyasından çıkıp kendini açığa (aşikâr etmek) vurmak istedi.
Yalnızlıktan çıkıp“çokluk” olmak diledi. Kendi ‘Nokta’sından pinhan (gizli) olan Hakk tekliği ve yalnızlığı yaşıyordu. Hem teklikten hem de yalnızlıktan kurtulup çokluk dünyasında kendini bilmek istedi. Böylece kendi “aynasına” baktı ve kendini gördü. Gördüğü her şey O’ydu ve O her şeydi.
Hakk’ın kendi kendisini doğurmasıyla gerçeklik kazanan cümle varlık, kendi olgunluk derecesinde ve “kendini bilme”yasasına tabi oldu. Kendindeki bilgi, cümle varlıkta bu kez kendi kendini tanıma ve “aslına dönüş” ereği olarak gerçeklik kazandı. Bu değişim Kızılbaş yolağında “don değiştirme” olarak tanımlandı. Modern bilim bir yönüyle bunu, eşyanın nitelik değiştirmesi hali olarak tanımlıyor. Değişim ve dönüşüm olarak da tanımlanan bu devinim yasasına tabi olmayan hiçbir olgu bulunmamaktadır. Can (ruh-tin ya da yaşam enerjisi) olarak cümle eşyada ve on sekiz bin âlemde var olan varlık, kendini bilme derecesindeki gelişkinliğe bağlı olarak bir üst niteliğe (don değiştirme) doğru sıçrama yapar.
Hakk, bu kez bir üst bedende ve derecede kendini var eder. Bu ruhsal göçtür. Can’ın her bedende “cana gelmesi” ve her defasında ya da “ölerek ve dirilerek” bir üst bedende, kendisini doğurması (var etme) yasası olarak da tanımlayabiliriz bunu. Kızılbaş erkânında bu yasaya “tekâmül” adı verilmektedir.Gufranî‘den aktardığımız nefeste dillendirilen:
Katre idim ummanlara karıştım
Kaç bulandım kaç duruldum kim bilir
Devre edip âlemleri dolaştım
Bir sanata kaç sarıldım kim bilir
Şeklindeki anlayış, bizim dile getirdiğimiz ruhun evrimini ve bedenden bedene göçünü dile getiriyor. Keza bir başka nefes aynı yasayı daha da bir açıklıkla dillendiriyor:
Âlemde meşhud olan bu devran
Tekâmül için kemale doğru
Her nokta cevval, her zerre raksan
Uçar gider visale doğru
Çokluk olarak gerçekleşen Hakk, her bedende, varlık derecesi oranında“kendini bilme” amacına sahiptir ve bu amaç onda gizlidir (pinhan). Her şey bir üst aşamasına bağımlıdır. Bu, bir üst aşamanın çekim merkezinde olmak anlamına gelir. Tıpkı ilk doğuştaki itilmenin, fırlatılmanın tersi olan bir harekettir. Burada itme yerine kendine çekme vardır.
Bir zincirin halkaları gibi eşyadaki, canlı cansız cümle varlıktaki bu bağlantı ve bağımlılık yasası, onları sonsuz bir devinimle geldikleri asıl durağa doğru, doğuş kapısına doğru devindirir. Bu sonsuz bir çark düzeni içinde gerçekleşir. Kendini bilme isteği müthiş acılarla, sancılarla aslına ulaşma ereği olarak cümle varlıkta dile gelir. Hiçbir varlık bu evrensel yasanın dışında değildir. Bu yasa, çokluğun teklikte buluşma ya da kavuşma (vuslat) ve BİR (vahdet) olma isteğidir.
İnsan, “tanrısal kendini” bilme aklının gerçeklik kazandığı temel uğrak noktasıdır. “Kendini bilmek” arzusuyla kendi kendini doğuran Hakk, cümle varlığın ve canlılar topluluğunun en yüce makamında kendini bulmuş ve onun vasıtasıyla kendini tanımıştır ki buİNSAN‘dır.
Vuslat halin eydiserem vuslat halin bilenlere
Yedi türlü nişan gerek hakikate erenlere
Yedisinden birisi eksik olur ise olmaya
Bir nesne eksik gerekmez bu sarplığa girenlere
Evvel nişanı budurur; yermeye cümle âlemi
Yerenler yerini kıldı, yer değmedi yerenlere
İkinci nişanı budur ki; nefsini semirmeye
Zinhar siz ondan olmanız, nefsine kul olanlara
Üçüncü nişanı budur; cümle heveslerden geçe
Hevesler yari yolda kor, yetemez yol varanlara
Dördüncü nişanı oldur; dünyadan münezzeh ola
Dünya seni sayrı eyler, kul kaygısı saranlara
Yunus yedi nişan dedi, evet üçünü gizledi
Onu dahi deyiverem gelip halvet soranlara
ÖLMEDEN ÖLMEK
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız görüşler Kızılbaş Aleviliğin, yaratılışa ilişkin felsefesinin temelini oluşturmaktadır. Bu görüşlere yakın olan kimi Mülüman ve Hıristiyan tarikat okulları bulunmaktadır. Hıristiyan mistikleri ve Müslüman mutasavvuflar yaklaşım itibariyle bu görüşlere yakınlık arz ederler. Bu nedenle hep birbirlerine karıştırılırlar. Bir adım daha ötesine gidilerek bu görüşlerin kaynağı, Grek filozoflarından Platon’a dek çıkartılır ve bu görüşlerin İslamiyet’e içerilmiş “Yeni Platoncu” görüşler olduğu ileri sürülür. Hemen belirtelim ki, ilahiyat yönünden inanç ve yaklaşımlar arasında kimi ortak bağlar kurulması mümkün olsa da ve yine kültürler ve inançlar arasında belli alışverişler olsa da gerçekte Kızılbaşlık kanalı, tüm bu kümelerden temelden ayrılır. Kızılbaş Aleviliğin kaynaklandığı ilahiyat damarının ve kültür kaynağının farklılığından ileri gelir bu temel ayrılık…
Kızılbaş Aleviliğinin yaratılış felsefesinin en ayırt edici özelliği, bütün tasarımını“Varlık’ın Kendisini Doğurması” üzerine oturmasında yatar. Kızılbaşılığa öfkenin kaynağında da bu özellik vardır. Müslüman tasavvuf ehlinin ileri sürdüğüVahdet-i Vücut anlayışı, var olan Varlık’ı kabul eder. Bir kısmı sadece bu kadarıyla sınırlar kendini. Bunu mistik planda anlamlandırmaya çalışır. Bir kısmı da bu noktayı kabul etmekle beraber, bir adım daha atarak insan da dahil doğada varolan her vücudu ya da eşyayı onun bir tecellisinden ibaret sayar.
Kızılbaşlık ise var olan Varlık’tan hareket eder ama onunla sınırlamaz kendini, ikinci tür tasavvufçuların sınırlarında da durmaz. Çünkü O, yaratma ya da tecelli/tezahür (birden bire belirme) etme noktasından bakmaz. Orada hepsini aşarak doğma ve doğurma eksenini temellendirir. Bütün bir din, ahlak, sosyal yaşam, örf, adet, gelenek ve göreneklerine dek içerir bunu. Yaratma ve doğurma arasındaki farktır bu. Yaratma kavramında, “baba:erkek”gizlidir. Doğurma kavramında,“ana:kadın” gizlidir. Yaratma, yaşamın dişi anlamını derece derece tümüyle dışlarken, doğurma, yaşamın dişi anlamını temel alır. Ancak, erkek anlamını dışlamaz. Onunla uyum ve ahengi esas alır. İkisi arasında bir denge kurar…
Kızılbaş Alevilikte “Hakk ile Hakk olma”; insanın zihnen ve ruhen evrilmesinin en son durağı olarak geldiği, doğduğu kapıda kendisini doğuran ile buluşup bir olmasıdır. Bu uğrakta artık can (ruh, nur)maddi bedeni terk eder. Maddi beden ölür, nur ise aslına gider.
Kızılbaş yolağı konuyu burada bırakmaz. Yukarıdan beri anlatılanlar yolun felsefî sırrıdır ama “sır içinde sır” vardır. Buna göre, eğer can (tin:ruh:enerji) aslına ermek için bedenin ölümüyle terki vücut ediyor ise bu buluşma, ancak bu suretle mümkün ise; bu, maddi beden yani vücut ölmeden de mümkündür. Çünkü, öncelikle Kızılbaş Alevi ruhun ya da canın ölümsüzlüğüne kanaat getirmiş, inanmıştır. Ona göre, ölen bedendir, canlar ölesi değildir. Ne ki bu yasa, var olan Varlık’ın yani Hakk’ın “don değiştirme” yasasının doğal sonucudur. Her vücutta var olma ve vücut değiştirme yasasının sonucu olarak böyledir.
Diğer yandan insan, bütün bunların bilgisine eren, “kendini bilme” ereğinde tanrısal aklın gerçekleştiği en yüksek makam olduğuna göre, aklın ve ruhun birlikteliğiyle, “Hakk ile Hakk olma” ereği, beden öldürülmeden de, yani can henüz aynı beden içindeyken de mümkün olur. İşte bu olasılık erkânına Kızılbaşlıkta“ölmeden ölmek” denmektedir.
Bunun da dereceleri vardır. Dereceler eğitim ve öğretim kademelerine göre anlam kazanır. Çünkü, Kızlbaş Aleviliğe göre “kendini bilme” ereği, her insanda saklı olarak vardır. Bu erek “uyku halindedir”. Uyku halinden, uyanıklık haline geçilmeden kendini bilme ereği yürülüğe girmez. Uyku halinden çıkmak için de uyarılma şarttır. Mürşit, Pir, Rehber, Zakir görevi bu durakta anlam taşır. Yol kuralları gereği bu makamlara öncelikle bağlanma zorunluluğun anlamı budur. Bu bir üstünlük değil, bir bilenin bir bilmeyene bildiğini paylaşması; karanlıkta olana, elinde ışık tutanın yol göstermesidir. Bu olmadan uyanma olmaz. Bu makamların uyarıcılığında,dört kapı kırk makam erkânınca dereceli olarak eğitimden geçmek ve kendini yetiştirmekle ölmeden ölme kapısına ulaşılır.
Bu bağlamda birinci uyarılma; Kızılbaş Aleviliğin tarikat kapısından gerçekleşir. Hakk’tan gelip Hakk’a gitmenin ya da bu anlamda ölmeden ölmenin ilk uğrak kapısıdır. Bu kapıya, Vahdet-i Şuhuddenildiği de bilinmektedir. Çokluğun teklik ile açıklanmasıdır. Buna tanıklık/şahitlik etme durağıdır bu durak. Tarikat kapısından girene yapılan açıklamalar, birer adlandırma düzeyindedir. Bu aşamada birbirinden ayrıymış gibi duran ama Varlık’tan doğarak gelen varlıklar (çokluk), birer tezahür (tecelli:yaratılmış) etmiş varlıklarmış gibi ele alınır ve öylece değerlendirilir. Tekmil duyu organlarımızla algılayabildiğimiz her şeyin, ama her şeyin bir tek şeyle açıklandığı makamdır bu şahitlik makamı. Şahitlik makamında Talip, İlmel yakın olur. İlmel yakınlık, yolun felsefel ve dinsel gereklerini bilimin ışığında bilip öğrenmek anlamına gelir. Bu makam,ölmeden ölme ya da Hakk ile Hakk olmaya yakınlık derecesini ifade eder.
İkinci uyarılma aşamasında, yolun talibinin kavrayış düzeyi daha bir derinleşir. Ufku genişler. Bu kapımarifet kapısıdır. Talip çevresinde daha önce ayrı ayrı duran varlıkların, kendisine o kadar da yabancı olmadığını, kendisini bildiği ölçüde yine kendisiyle aynı özden olduğunu düşünmeye ve görmeye başlar. Bu uğrakta ayrılıklar görünüşte ayrılıklardır, biçimseldir.
Buna karşın, cisimsel evreni, madde olarak tek özde birleştirme düzeyini yakalıdığı halde uyanma düzeyi daha ötesine henüz elvermediği için, tanrısal özü maddesel özle birleştirmeye cesaret edemez. Bunu yine herşeyin üstünde tutar. İşte bu tanrıdır, diyemez. Bu makamda Talip, “aynel yakîn” olur. Aynel yakınlık, görünenden görünmeyene, bilinenden bilinmeyene ulaşma derecesidir. Gerçeğe yakınlık derecesine denk gelen aşamadır bu aşama.
Üçüncü aşama, hakikat kapısında ulaşılan seviyedir. Artık burada talip Hakk’a ve hakikate yolculuk uğrağındadır. Ölmeden ölmenin gerçeklik kazandığı makamın eşiğine gelinmiştir. Sırdan içeri sırların bilinebildiği, bilgelik aşaması. Bu kapı ve bu aşama Pir Sultan Abdal‘ın;
Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
dediği aşamadır. Her kişinin ulaşması kolay olmayan bir aşamadır ve burada sözün gelimi bir biçimiyle anlatılmaya çalışılmıştır, o kadar. Oysa yolun pratiği kıldan ince kılçtan keskindir. Vücudun her zerresine içindeki cevherin (enerji, can, ruh) hükmettiği, tanrısal kendini bilme ereğinin gerçekleştiği özgürlük kapısıdır. Hakk-el Yakîn olmaktır. Tanrısal gerçeklikte bir olup sonsuzlaşma anlamındadır Hakk-el yakînlik. Bu evreye boylu boyunca girebilmeyi başarmış, can içinde canlar sınırsız özgürleşmişlerdir. Onlar kendilerini dünyasal olan ya da maddesel olan hiçbir şeyle sınırlamazlar, her şeyin üstünde bir makama sahiptirler. Ölmeden de ölmüşlerdir ya da ölüp yeniden dirilmişlerdir. Enel Hakkbuyurmuşlardır; “Hakk bende varoldu ben ise Hakk’ta Hakk olanım” demişler bir başka anlatımla.
Hakk-Doğa-İnsan, birdir ve tektir Kızılbaş Aleviliğe göre. Ancak Görünüm çokluktur. Görünüm kimilerince, tanrıdan başka her şeydir ve tanrıdan başka her şey, “mümkünül vücuttur” (olanaklı kılınmasıyla elde edilmiş vücut). Yalnız Tanrı “vacibül vücuttur” (kendinden vücut). Yine kimilerine göre çokluk; bir zuhur, bir belirmedir ve mümkünül vücud olma bu anlamdadır. Kimilerine göre ise bu bir yaratmadır.
Yukarıdan beri değişik yönleriyle ele alıp inceledik, Kızılbaş Alevi yolağı ise bunu, kendini doğurma olarak ifade etti. O her şeyi zıddıyla birlikte doğurdu. Bu tasarımda, ölüm kavramına yer yoktur. Bir doğuş bir başka donda doğuşa kapı açar. Can bir bedenden diğer bedene giderek mekân edinir. Böylece bir çark düzeni çerçevesinde yolculuk vardır. Yolculuğun amacı kendini bilmetir. Durağı ise aslına ermedir. Yalnızlık âleminden kavuşma âleminedir bu yolculuğun güzergâhı. Bu ise temelde ibadetle değil muhabbetle mümkün olur. Korkuyla değil sevgiyle, coşku ve cezbeyle ve nihayet Aşkla olur. Bu nedenle Yunus şöyle nefeslenir:
Dürlü dürlü cefanın adını ışk vermişler
Bu cefaya katlanan dosta halvet vermişler
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.