Alevilerin Cumhuriyet ve Laiklikle imtihanı 1
Alevilerin Cumhuriyet ve Laiklikle imtihanıAlevilerin kendilerini dışlamış, yok saymış, baskılara ve kimi hak ihlallerine maruz bırakmış Kemalizm'e...
Alevilerin Cumhuriyet ve Laiklikle imtihanı
Alevilerin kendilerini dışlamış, yok saymış, baskılara ve kimi hak ihlallerine maruz bırakmış Kemalizm'e her şeye rağmen bu kadar bağlı olmasını nasıl açıklayabiliriz? AKP'nin "Alevi açılımının" öncesinde araştırmacı-yazar Cafer Solgun'un Taraf gazetesinde yayınlanan araştırması bu sorunun peşine düşüyor.
Cafer Solgun/ Taraf
* Aleviler Osmanlı döneminde büyük baskılar ve katliamlarla karşı karşıya kaldıklarından Kurtuluş Savaşı’na tüm güçleriyle katılmışlar ve Cumhuriyet rejimine de sıcak bir yaklaşım göstermişlerdir. Ancak kısa sürede ‘tek dil, tek din ve tek ırk’ politikaları başlayınca ilk meclisten sonra Aleviler inkar edildiler
* Sonradan statükonun korunmasında Alevilerin ön plana çıkmalarının en önemli nedeni göçlerin, asimilasyonun etkisi ve bununla birlikte yaratılan korkudur.
* ‘Bu kış komünizm gelebilir’ ile sistem İslamcıları sola karşı kullanırken, öncülüğünü CHP’nin yaptığı ‘Bu kış şeriat gelebilir’ propagandasıyla da Alevileri sistemin koruyucusu olarak kullandı
Stockholm Sendromu gibi birşey
2007 yılı birçok yönüyle akıllarda derin izler bırakarak geçti. Yeni yıla çok önemli sorunlar devretti. Bu sorunlardan kimisinin yeni yılın da ağırlıklı gündemini oluşturacağı belli. Kürt sorunu, PKK, devam eden sınır ötesi operasyonların oluşturduğu gündem, beraberinde “çözüm” tartışmalarıyla yeni yılda da üzerinde konuşulmaya devam edilecek sorunlar olarak görünüyor. Bu “yoğun” gündem içerisinde, şimdiden söylenebilir ki, yeni yılın önemli gündem maddelerinden birini Alevi sorunu oluşturacak. Çünkü yılın sonlarına doğru, medyaya “AKP’nin Alevi açılımı” olarak yansıyan haberler, beraberinde kolay kolay geri dönülemeyecek bir tartışma sürecini de başlattı. AKP’nin Alevi kökenli milletvekillerinden Reha Çamuroğlu’nun mimarı olduğu ve Başbakan Tayip Erdoğan’ın da benimsediği anlaşılan “Alevi açılımı”, Muharrem orucunda bazı Alevi dedelerine “iftar” verilmesi, Alevi dedelerine maaş bağlanması, cem evlerine maddi destek sağlanması gibi hususlar içeriyordu. Söz konusu iftara katılacağı açıklanan Başbakan Erdoğan’ın bir konuşma yapması da bekleniyor. Alevi camiasında bu gelişmeyi iyimser bir temkinlilikle karşılayanlar olmakla birlikte, ağır basan, “AKP, yerel seçimler öncesinde Alevi oylarına göz dikti”, “Aleviler asimile edilmek isteniyor” tarzında tepkiler oldu. Bu arada, “Alevilerde toplu iftar” olup olamayacağı da tartışıldı. Neresinden bakılsa, sorunun gündemleştiği kesin. Ve bu tartışma, yeni yıla damgasını vuracak olaylardan biri olmaya aday. Zira Alevi sorunuyla yüzleşmek, konuyla ilgili bir “reform” veya “açılım” ihtiyacı olduğu görüşünün öne çıkması, tek başına Aleviler için değil, bir bütün olarak Türkiye’nin demokratikleşme çabası açısından da büyük önem ifade ediyor.
Alevilerin bir bütün olarak içerisinde bulundukları durumu anlamak, sanıyorum öncelikle rejimle, Cumhuriyet’le ilişkilerini anlamaktan geçiyor. Alevilerin, özellikle de Osmanlı’nın ardından Cumhuriyet’i sahiplendikleri bilinen bir gerçek. Ancak Cumhuriyet’in süreçleri, gelişim evreleri, iktidarların politika ve uygulamaları, kimi Aleviler açısından tereddüt ve tedirginlikle de dile getirilse, bir “hayal kırıklığı” yaratmış görünüyor. Fazla sorgulama gereği duymadan Cumhuriyet’in kazanımlarından söz eden de var; “bizim için değişen bir şey olmadı” diyen de
Cumhuriyet’in mağdur sahipleri…
Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu: “Cumhuriyeti özlem ve coşkuyla karşılayan Aleviler ne yazık ki aynı yaklaşımı ve sahiplenmeyi Cumhuriyet’ten görememişlerdir. Cumhuriyet kurulduktan sonra Alevilerin ibadethaneleri kapatılmış, kapılarına kilit vurulmuştur. Sünni anlayışın devam etmesi açısından Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş ve Sünni anlayış kurumsal ve yasal bir güvence altına alınırken, aynı anayasayla Alevilerin ibadethanelerine kilit vurulmuştur. Sünni inancın inanç önderinin altına kırmızı plakalı araç tahsis edilirken, Alevi inanç önderleri yasa ile ‘üfürükçü’ olarak ilan edilmiştir. İbadethaneleri ve inanç önderleri yasaklanan Alevi toplumu Cumhuriyet döneminde Osmanlı döneminden daha kısa bir zamanda asimile edilmiş, Sünnileştirilmiştir. Bugün Alevilerin durumu bu Sünnileştirme politikalarının uygulandığı bir dönemdir. Bir tarafta okullardaki zorunlu Sünni din eğitimi, bir tarafta Alevi Köylerine yapılan cami ve gönderilen imamlar, diğer taraftan da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Aleviler üzerinde uyguladığı Sünni misyonerlik çalışmaları, mahallede komşu, okulda öğretmen, kışlada asker, işyerinde işveren ve arkadaş baskıları ve AKP’nin ‘Alevi açılımı’ adı altında sergilemeye çalıştığı dönüştürme politikaları bunun somut örnekleridir.”
Ali Kenanoğlu, Alevilerin “laikliğin teminatı” olarak sunulması konusunda da Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri’nin varlığını hatırlatarak, “Alevileri ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” istediklerini söylüyor. Kenanoğlu da, Alevi kurumlarının büyük çoğunluğu gibi, AKP’nin Reha Çamuroğlu aracılığıyla gündeme getirdiği “açılım”ı samimi bulmuyor: “Bu bir dönüştürme paketidir. Yani Aleviliği Sünnileştirme veya Şiileştirme çalışmasıdır. Önyargılı davrandığımızı söyleyebilesiniz; ancak elimizdeki veriler ve yapılan açıklamalar bunu ispatlamaktadır. Şöyle ki; Devletin Resmi Dini kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevilik hakkındaki görüşü ve tanımlaması nettir. Gerek eski başkanların, ki bunlardan birisi de şimdiki Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Sait Yazıcıoğlu’dur. Gerekse başkan Bardakoğlu’nun Alevilik konusundaki değerlendirme ve açıklamaları basın ve kamuoyu tarafından bilinmektedir. AKP’nin Alevilik çözümü de Diyanet merkezlidir. Alevi dedelerine maaş vermek ve onları devletin memuru yapmak da, ne laikliğe ne de Alevi inancına uygundur.”
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği MYK üyesi Erdal Yıldırım: “Aleviler özellikle Osmanlı döneminde büyük baskılar ve katliamlarla karşı karşıya kaldıklarından Kurtuluş Savaşı’na tüm güçleriyle katılmışlar ve Cumhuriyet rejimine de sıcak bir yaklaşım göstermişlerdir… Ancak kısa sürede ‘tek dil, tek din ve tek ırk’ politikaları başlayınca ilk meclisten sonra Aleviler inkar edildiler ve özellikle Koçgiri bölgesinde çok yoğun baskı ve katliamla da yüz yüze kaldılar. Yine 1937-38 yıllarında Alevilerin yoğun yaşadığı Dersim coğrafyasında büyük bir katliamla karşı karşıya kalmışlardır. Önemli Alevi dedelerinden Seyit Rıza ve bazı Alevi önderlerin idam edilmesinden sonra, yine yüzlerce kişi ülkenin değişik bölgelerine sürgün edilmişlerdir.” Erdal Yıldırım, 50’li yıllardan itibaren kırdan kente göç durumuna dikkat çekiyor ve Alevilerin kentlerde de baskı ve saldırılara, önyargılara maruz kaldıklarını anlatıyor; “Aleviler şehirlerde kimi zaman kendini gizleyerek, kimi zaman da Alevi olduğunu inkar ederek yaşamaya çalıştı… 68’de solun estirdiği özgürlük rüzgarıyla, zaten genlerinde taşıdıkları mazlumdan ve ezilenlerden yana olma ve baskılara direnme karakterini canlandıran Aleviler, kendilerini tanımlamaya ve tanıtmaya başladılar.” Yıldırım, bu deneyimin Alevilere “kültürel, sosyal ve toplumsal hak alma kavgasını” öğrettiğini düşünerek önemsediğini vurguluyor.
PSAKD yöneticisi Erdal Yıldırım’ın, “Aleviler laikliğin teminatıdır” söylemine ilişkin değerlendirmesi ise şöyle: “Gerçek anlamda laik devlet sistemi hiçbir inancı tarif etmez, örgütlemesini yapmaz ve başka inançlara karşı herhangi bir inancı desteklemez. Türkiye cumhuriyeti laik bir devlet değildir. Ülkede milyonlarca Alevi ve başka inanç sahiplerinden toplanan vergilerle devlet, sadece bir inancı finanse edip, örgütlüyor, sadece bir inancın kendini diğer inançlara karşı dayatmasını bizzat destekliyor. Laik devlet, tüm inançlara eşit uzaklıkta bulunmak zorundadır. Bu slogan ve söylem, Alevilerin ülkede sürdürülen demokrasi mücadelesinde, insan hakları mücadelesinde yer almalarının önüne set çekmeye, siyasal bilinci yeterli düzeye erişmemiş kişileri örgütlü mücadeleden koparmaya yöneliktir.”
Erdal Yıldırım, “AKP’nin veya hükümetin herhangi bir Alevi açılımı yoktur” diyerek, bu yönde basında yer alan haberlere tepki gösteriyor. Reha Çamuroğlu’nun Alevi inanç ve ritüellerine göre “yol düşkünü” olduğunu iddia eden Yıldırım, bu girişimin, “kendisini Alevi asimilasyonunda koz olarak kullanan AKP’ye vefa borcu karşılığı bir şeyler yapma, bir kısım Alevinin gelecek seçimlerdeki oylarını alabilme çabasından başka bir şey değildir” diyor.
Kudali Kültür Derneği Başkanı Zülfü Akar, “Cumhuriyetin ilk yıllarının Aleviler için iyimser bir dönem olduğunu” belirtiyor. “Şeriatın yerini laikliğin alması, özellikle hilafetin kaldırılması Aleviler açısından azımsanmayacak kazanımlardır. Tekke ve zaviyelerin kapatılması her ne kadar Alevi dergahlarının da kapanmasını beraberinde getirmişse de Aleviler, dergahlardaki çalışmalarının, bilimsel, sosyal eğitim gibi büyük bir bölümünün devlet eliyle gerçekleşeceğini düşündüklerinden ciddi bir tepki göstermedikleri gibi, bu girişime destek dahi olmuşlardır”. Akar da Cumhuriyet’in izleyen yıllarının Alevilerde “hayal kırıklığı” yarattığını söylüyor ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na dikkat çekiyor: “Kurulan Diyanet ile tüm tekke ve zaviye faaliyetleri devlet kontrolü ve olanakları dahiline alınırken, Aleviler tamamen yok sayılmış hatta Alevi dergahlarının mal varlıkları dahi Diyanet’e aktarılmıştır. Dedeler tutuklanmış, cem törenleri basılmış, bu törenleri düzenleyen ve katılanlar hapis cezalarına çarptırılmıştır”. Zülfü Akar, “hiç laiklik yok demek doğru değil” diyerek devam ediyor; “En azından şeriatla yönetilmiyoruz. Bunu göz ardı etmemek gerek. Tam anlamıyla bir laiklikten de söz edemeyiz. Mevcut laiklik, farklılıkların güvencesi olma işlevinden uzak kalıyor. Türk-İslam ideolojisinin yanında bir süs, bir görüntü olmaktan öteye gidemiyor.”
“Aleviler laikliğin elbette teminatıdırlar” diyen Akar, bunu Alevilerin laikliğe en çok ihtiyacı olan kesim olmalarına bağlıyor. Akar da Reha Çamuroğlu’nun gündeme getirdiği girişimden yana iyimser olmayanlardan: “Çamuroğlu’nun diyet çabaları gibi görünüyor. AKP ise başlayan bu tartışmalı süreci izleyecek, kendince ölçüp biçecek. Hiç kimse çıkıp da ‘sayın Aleviler, binlerce yıldır bu topraklardasınız, semahınızdan, ceminize kadar inanç ritüelleriniz dört semavi dinden önce de vardı. Buyurun kendinizi dilediğiniz gibi yaşayın’ demeyecektir. Yine ulus devlet mazeretinin arkasına sığınılarak tek tipleştirmeye gidilecektir”.
“Alevilerin Cumhuriyet’i doğru tahlil edemediğini savunan” Özgür Demokratik Alevi Hareketi (ÖDAH) sözcüsü Ergin Doğru, “Aleviler Cumhuriyetin kuruluşunu kendileri açısından önemli bir çıkış olarak görmüşlerdir. Fakat Cumhuriyet de Alevilerin kimlik ve inançlarını özgürce yaşamalarına imkan tanımamıştır” diyor. Alevilerin geçtiğimiz yıl seçimlerden önce yapılan Cumhuriyet Mitingleri’ne yoğun katılımının “Alevilerin yanılgısının çarpıcı bir örneği” olduğunu söyleyen Doğru, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Militarist anlayış Alevileri sahte laiklik anlayışıyla alanlara taşıdı. Sistemin bunu başarmasının en önemli sebebi yürüttüğü psikolojik harptir. Yaratılan sahte laiklik söylemini, aslında kendi yaratmış olduğu ‘şeriatçı kuşatma’ adı altında kullanıyor. ‘Şeriat tehlikesi’ var diyenlerin, Hizbullah’la ilişkilerini göz ardı etmemek gerekiyor. Yaratılan şeriat korkusu üzerinden Aleviler, darbe destekçisi konumuna düştü. Halbuki bu ülkede yaşanılan darbelerden en büyük zarar ve mağduriyeti gören Alevilerdir”. Doğru, bir “açılım” olabilmesi için devletin atması gereken adımlar olduğunu savunuyor: “Devlet Aleviler noktasında bir yaklaşım ve açılım gösterecekse, bunu Çamuroğlu üzerinden yapması baştan eksik ve yanlıştır. Bize samimi gözükmemektedir. Devlet Alevilerden özür dilemek zorundadır. Bir yaklaşım gösterilecekse, buradan başlanması önemli bir iyi niyet adımı olabilir. Yine samimiyetin bir göstergesi de devletin dileyeceği özür ile beraber Cumhuriyet tarihi boyuca karşılaştığımız Alevi katliamlarının sorumlularının açığa çıkarılması, yaşayanlarının yargılanmasıyla olacaktır. Örneğin yakın dönemde yaşadığımız Sivas, Gazi Maraş katliamlarının failleri gerçek anlamda yargılanıp cezalandırılmamıştır. Mahkemelerde açığa çıkan isimler, Ecevit’in özel arşivinde bulunan bilgiler vardır. Biz Maraş katliamının sorumlularının isimlerini biliyoruz. Bizler bu isimleri bildiğimiz halde devletin bilmemesi mümkün değildir. Alevi açılımı yapılacaksa, bu düşünülüyorsa, çok basit olarak AİHM’in zorunlu din dersleri kararı uygulamaya sokularak ciddi bir işaret verilebilir. Bunları gerçekleştirmeden AKP’nin inandırıcı olması mümkün değildir”.
Korku ve asimilasyon
Kürt Alevileri üzerine araştırmaları bulunan Caner Canerik, genel olarak Alevilerin düşündüğünün aksine Cumhuriyet’in Kürt Aleviler için bir “kırılma” noktası olduğunu söylüyor. Osmanlı ile Cumhuriyet dönemlerinin Aleviler açısından fazla bir fark getirmediğini söyleyen Canerik, Dersim 38 ve sonrasındaki sürece dikkat çekiyor: “Kürt Aleviler için Dersim 38, Aleviler ve Cumhuriyet ilişkisinde bir kırılma noktasıdır. Bu zamana kadar dağlarda, köylerde gelenek ve göreneklerini yaşatan, ibadetlerini yapan insanlar güçlü bir asimilasyon politikasına da maruz kalmışlardır. Dersim 38 sonrasında Kürt Alevilerin özgünlüğü törpülenmiş, hatta yok edilmek istenmiştir. Sürgüne gönderilen Kürt Alevilere bakın; hep Türk ve Sünni bölgelere gönderilmişler; etnik, inanç boyutuyla asimile edilmek istenmişlerdir. Nitekim aile içerisinden, babamdan, amcamdan biliyorum ki Türkleştirme ve Sünnileştirme politikası kısmi olarak başarıya ulaşmıştır”.
Canerik, Kürt Alevilerin kendisini “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu” olarak tanımlayan partiye olan ilgisinin nedenini ise, asimilasyon politikalarına ve “korku”ya bağlıyor: “Bir önceki nesil, aslında dayatmalara karşı direnmiştir. Devlete gidip memurluk yapmak bile ‘kölelik’ sayılır, kötü karşılanırdı. Sonradan statükonun korunmasında Alevilerin ön plana çıkmalarının en önemli nedeni göçlerin, asimilasyonun etkisi ve bununla birlikte yaratılan korkudur. 1938’de Kürt Aleviler üzerinde ciddi bir korku yaratıldı. Onbinlerce insanın sorgusuz, sualsiz katledildikleri iddiaları hala Kürt Aleviler üzerinde etkisini sürdürüyor. İnsanlar hala kendi özlerine sahip çıkmaya, kendini ‘Kürt ve Alevi’ olarak tanımlamaya korkuyorlar. 38’i yaşayan bu insanların suskunlukları bir boşluğa neden oldu. Sonraki nesillere geleneksel-sözlü değerler aktarılamadı. Bunun yerini ise Kemalistlerin ‘Atatürk Aleviydi, Gerçek Türk biziz, Aleviler aydındır, çağdaştır, Atatürkçüdür’ gibi ucube propaganda cümleleri aldı ve kendine önemli bir yer bulabildi. Bu ise bana göre bir parça ‘abuk’ bir durum yarattı. O da, bugün Alevilerin ‘bilgili, akıllı, çağdaş, demokrat, devrimci, özgürlükçü, hümanist’ gibi altını dolduramadıkları boş sıfatlara sarılmalarına ve bu tanımlamaları kullanan Kemalist –sol kesimin etkisi altına alınmalarına, gerçekten uzaklaşmalarına neden oldu.” Alevilerin “korkularının esiri” olduğunu söyleyen Canerik, “Alevilerin ordu, Atatürk, laiklik konusundaki mevcut konumları ancak bu şekilde değerlendirilebilir” diyor. “ Statüko içinde yer alarak meşruluk kazanmanın bedeli, kendinden vazgeçmek oldu… ‘Bu kış komünizm gelebilir’ ile sistem İslamcıları sola karşı kullanırken, öncülüğünü CHP’nin yaptığı ‘Bu kış şeriat gelebilir’ propagandasıyla da Alevileri sistemin koruyucusu olarak kullandı. Cumhuriyet mitingleri en somutlaşmış halidir.”
TARAF GAZETESİ - 8 Ocak 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.