Alevilere devlet operasyonu
Alevilere devlet operasyonuA. Cihan SOYLUAlevi inancından kitlelerin inanç özgürlüğünün sağlanması ve devletin İslam’ın...
Alevilere devlet operasyonu
A. Cihan SOYLU
Alevi inancından kitlelerin inanç özgürlüğünün sağlanması ve devletin İslam’ın Sünni mezhebi ve tarikatlarını resmi din halinde örgütlemesi politikasının değişmesine ilişkin talepleri Türkiye’nin politik gündemine ilk kez gelmiyor. Alevi kitleleri fırsat buldukları ya da yarattıkları, söz söyleme gücü oluşturdukları ve mevzilerini yarattıkları ölçüde bu taleplerini ortaya koydular. Yüzyıllardır baskı altında tutulan bir "inanç grubu"nun baskıların son bulmasını, Diyanet İşleri Başkanlığı aracıyla devlet dini tesisinin ve devlet dini uygulamasının terk edilmesini istemesi doğal, haklı ve kaçınılamazdı. Öncesi bir yana, cumhuriyet tarihi boyunca da devletin dine ilişkin politikası Sünni İslam’ı esas alıyordu. 80 bine yakın camide görev yapanlarla birlikte 100 bin "din görevlisi”nin devletten maaş alan bir "yedek ordu” halinde Sünniliği tesis etmesi, bu mezhep dışındaki inançların "sapkın” ilan edilmesi, Sünni inancının resmi dinsel görüş olarak dayatılması ve bunun din dersleri şeklinde eğitim programlarına konması inanç (inanma ya da inanmama) özgürlüğüne aykırı önemli bir ayrımcılıktı.
Bu politika ve uygulamanın toplumsal yaşama yansımaması olanaksızdı. Ayrımcılık ve bunun devlet politikasına uygunluğu, Alevilere baskının resmi düzeyde olmakla kalmayıp sosyal yaşamın her alanında etkilerde bulunmasına yol açıyordu. Alevilere yönelik yasak egemen "toplumsal kültür” haline getirildi. Devlet koruması ve devletin istihbarat örgütleri mensuplarının yönlendirmesinde düzenlenen katliamların bulduğu destek bu kültürel ortam ve egemen politikanın ürünü olarak şekillendi. 12 Mart ve 12 Eylül cuntalarının uygulamaları üzerlerindeki baskıları daha da yoğunlaştırdı. Alevi çocuklarına zorla Sünni inanç kuralları öğretiliyor, Alevi inançlı halkın yaşadığı bölge ve köylere camiler yapılıyor, devlet dini eğitiminden geçiriliyorlardı.
Maraş, Sivas, Malatya, Çorum katliamları ve irili-ufaklı öteki gerici güruh saldırıları Alevi kitleleri içinde "baskı ve katliamlara kitlesel karşı koyuş” fikrini ve buna uygun düşen ya da düşmeyen çeşitli örgütlenme girişimlerini gündeme getirdi.
İnançları baskı altında olan Alevi emekçi kitleleri, bu baskının devlet ve hükümetlerin politikalarından, sermaye partilerinin "dünya görüşleri”nden bağımsız olmadığının giderek artan oranda farkına varıyorlardı. İstekleri ve tepkileri "inanç özgürlüğü”nün sınırlarını aşıyor, giderek genişleyen kesimleri içinde insan hak ve özgürlüklerinin savunusuna, her tür ayrımcılığın son bulmasına doğru evriliyordu. Alevilerin inanç felsefesinde baskı ve ayrımcılığa; sömürü ve baskıya karşı çıkış temellerinin var olduğunu düşünenler “emekten yana” tutumla birleşerek devrimci, sosyalist örgütlenmeler içinde ya doğrudan yer alıyor ya da bunlarla birlikte baskı ve ayrımcılığa direnmeye yöneliyorlardı. Bu durum, burjuva gericiliğine karşı ilerici, "eşitlik ve kardeşlik”ten yana fikirlerin ve pratik sosyal/siyasal tutumların Alevi emekçi kesimleri içinde güç bulmasını sağlıyordu.
Alarm, burjuvazi ve gerici kurumları için tam da bu “nokta”da çaldı! Aleviler, yalnızca üst kesimleriyle değil, emekçileriyle de yedeklenmeliydiler! Üzerlerindeki baskı nedeniyle “laiklikten yana” tutumları bilinen Alevi kitleleri “düzenin yedek gücü” haline getirilebilirlerse, sistem “kazıklarını yere daha sağlamca çakabilir”di! Alevilere yönelik devlet operasyonu bu anlayışla yenilendi. On yıllardır devlete çalışan, DP-AP hükümetleri döneminden 12 Eylül generallerine kadar çeşitli gerici hükümet ve askeri yönetimlere yedeklenmiş; Turgut Sunalp ile parti kurmaya kalkışmış yeterince “Alevi büyükleri” vardı. Bunlar eliyle Alevi emekçilerinin “uyanışı” devlet ve sistem çarkları içinde tutulabilir ve eritilebilirse, sermayeye karşı mücadeleye evrilebilir bir örgütlenmenin gücü olmaları engellenebilirse, bazı “Alevi haklarının tanınması” çok da sorun olmazdı! Elde, dinin ya da belli mezhep(ler)in devlet eliyle kurumlaştırılmasının sonuçları hazır duruyordu. Devlet denetiminde ve yedeğinde oluşmuş bir “Alevi din kurumlaşması”, Sünniliğin bugüne kadar kullanıldığı türden bir kullanılmayı da kolaylaştıracaktı.
Ancak “ölçü kaçmamalı”ydı: devletçi “dedeler” bulunup maaş bağlanabilir, din dersleri-ve kitapları- Alevilikten de söz eder şekilde yenilenebilir, hatta Diyanet İşleri’nde –ve bütçesinde- Alevi “din yöneticilerine yer de verilebilir”di. Böylece, Alevi emekçi kitlelerinin Diyanet İşlerinin lağvedilmesi, devletin din ve inançlardan elini çekmesi, bütçeden dini grup ve kurumlara kaynak aktarmaması, inanma ya da inanmamanın kişinin kendi “vicdanı”yla ilgili sorun sayılması, din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması şeklinde dile getirdikleri daha özgürlükçü ve ‘laik’ görüşün güç kazanması da engellenebilirdi.
Kuşkusuz bunlar “ha denince olacak türden işler” de değildi!
80 yılı aşkın süredir sürdürülen politikaların ve bu politikalar temelinde yönlendirilip biçimlendirilen kesimlerin ve kurumların “hazırlanması” gibi bir zorluk inkar edilemezdi. Çabalar sürdürülecekti vb.
Bu gelişmeler ve politika “değişimi” Sermaye partilerinin “Alevi açılımı”nı salt bir seçim yatırımı olarak görmemeyi gerektiriyor. Burjuva partilerinin çabalarını daha kapsamlı bir devlet operasyonu içerisinde değerlendirmek daha yerinde olacaktır.
“Gelin Canlar Bir Olalım!” özdeyişinin zulme ve baskıya karşı mücadele şiarı olduğunu unutmamak gerekir. Erdoğan ve Baykal’ların onu kirletme ikiyüzlülüğüne kanmamak gerekir. Sermayeye ve kurumlarına yedeklenerek özgürlük kazanılamaz.
A. Cihan Soylu
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy74538 = 'a.cihansoylu' + '@';
addy74538 = addy74538 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text74538 = 'a.cihansoylu' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
74538 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
EVRENSEL - 11.12.2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.