Alevi Bir Öğretmenin Anıları
Yayına hazırlananÇARPI'DAN bir kesit."SOYKASINA GELSİN MÜVETTİŞ!"
Ömer, müfettiş gelecek diye günler öncesinden teyakkuza geçti. Kızlara çulunu çaputunu yıkatan Şerife, çulları da erkek öğrencilere taşıttı. Bir dakika bile boş durmadı; kapı tozlarını, cam kirlerini, tavan örümceklerini bile aldırdı. Ömer, depoyu düzene soktuktan, mıntıka temizliği yaptıktan, arabasını yıkattıktan sonra yürüyüşe geçirdi öğrencilerini.
“Ceddin deden, neslin baban / Hep kahraman Türk milleti”
Dinlenmek yerine harıl harıl Atatürk öğrendi çocuklar. Ömer kitaplığın altındaki dolabı açtı, yılların dosyalarını kucaklayıp masaya yığdı. Zehir gibi bir suratla da masaya ve dizine vurarak tozlarını almaya çalıştı. Yırtılanları yapıştırdı, eskiyenlerin ciltlerini yeniledi. Tıraşını oldu, bordo takımını giydi, siyah, spor kravatını spiral desenli, kalın kravatına tercih etti. Sigara üstüne sigara yaktı. Beni de sandalyeleri onarmak, sobayı sökmek, çitleri sağlamlaştırmakla görevlendirdi. Soğuk ve mesafeli olmaya özen gösterdi.
“Hocam gözünü dört aç, müfettiş milleti baskını sever. Ünite ve planlarını gözden geçir, çocukların bilgilerini tazele, tertipli ve düzenli olmaya çalış. Sen bilmezsin, temsil öteden gelir, ummadığın birine aklından dahi geçmeyen bir soru sorar. ‘Evladım bize Atatürk’ün babasının adını söyler misin?’
Birine cumhuriyetin ilanını sorarken, diğerine, ‘Haydi evladım sen de bize İstiklal Marşı’nı oku,’ diyebilir. Olur ya heyecana gelmiştir çocuk, unut artık stajyerliği. Benden söylemesi, demedi deme sonra. Aha Kerem, öğrencisinin biri andımızı okuyamadı diye neler çekti neler. Kabiliyetsizin teki zaten. İşittiğime göre müfettiş, ‘Şu sana kanıp da evlenen kıza dua et, yoksa öğretmenliğini yakardım,’ demiş.”
Sonra eliyle ağzını perdeleyip usulcana ekledi.
“Laf aramızda Güzün de Güzün ha!”
Ömer, çocuklara tiyatro gösterir gibi müfettişin karşısında nasıl konuşacaklarını göstermeye çalıştı. Pencereden Şerife’ye bir sürü talimat verdi.
“Kırmızı horozu kes ha!”
Öğrencinin birini kapıya, diğerini Uzun’un gediğine dikti.
“Sen cip göründüğünde ıslık çalacak, sen de içeri girip haber vereceksin!”
O gün müfettiş gelmedi. İkinci gün de... Üçüncü gün, Ormaniye’nin cipini müfettişinkine benzeten gözcü, okulun önündekini yanılttı. Nefes nefese içeri giren öğrenci, “Öğretmenim geldi!” dedi.
Ömer, horozu kestirip tekrar sınıfa girdi. Cip, Kadir’in evini aşınca da zıvanadan çıktı. Gözcüye esaslı bir tokat attı. Kravatını gevşetti, tepesinde bir metre dumanla okulun etrafını turlamaya başladı. Buzdolapları olmadığından o gün horozu tüketmek zorunda kaldılar.
Müfettiş o hafta da gelmedi. Ömer önüne geleni haşladı. Hiç yoktan Şerife’ye çattı. Şerife de ondan geri kalmadı.
“Soykasına gelsin müvettiş! Her müvettiş geldiğinde nedir bu çektiğim? Bellen ki, başbahan geliyo. Aklı bokuna karıştı gene, iki ayağım bir pabuçta. Heç insan görmedik, ne yapacağımızı bilmiyok öyle mi? Dağda büyümüş, görgüsüz!”
Ömer, bir gözü lojmanda diğeri Kadirlerden yana “Kafamı attırma, köylüyü seyrimize çıkarma!” diyerek azarladı Şerife'yi.
İki hafta sonra... Ömer’in “Baba” dediği Muzaffer’in yerine top bıyık, ufak tefek biri çıkageldi. Cipten atlarcasına indi, “İlköğretim Müfettişi Ahmet Karaca,” diyerek tanıttı kendisini. Ömer bozuldu ama belli etmedi. Çay teklifi havada kaldı.
Müfettiş kara kaplı defterini masaya bırakmadan önce gülümsedi.
“Tanışalım mı?”
“Eveeeet!”
Öğrencilerim kendilerini ifade etmekte zorlanmadılar. Özgüvenleri müthişti. Teftiş başarılı geçiyordu.
“Pekâlâ, hangi türküleri öğrendiniz?”
Onlar türkülerimizi sayarken müfettiş bir kere daha gülümsedi.
“İyi, Köroğlu’nu söyleyelim.”
“Öğretmeninizi seviyor musunuz?” şeklindeki soruyu “Eveeet!” diyerek yanıtladı çocuklar.
“Sevin sevin o büyük bir insan,” diyerek de gözlerimi ıslattı.
Sıra Ömer’e gelmişti. Müfettiş çocukların okur yazarlığını, okuduklarını anlama kabiliyetlerini, zihinsel becerilerini test ettikten sonra, köyden, geçimden, nasıl ders işlediklerinden, Ömer’in kızdığı anki refleksinden tutun da ne yiyip içtiklerine kadar sordu. Çocuklar onu, “Yaramazlık yapar ödevlerimizi yapmazsak öğretmenimiz bizi döver,” diye yanıtladılar.
“Ya öyle mi, ne ile?”
“Zopayınan.”
“Nasıl?”
“Böyle örtmenim, hıhh!”
Türkü yerine de marş söylediler.
Pencerenin pervazına yaslanan Ömer, ezildi büzüldü küçücük kaldı. Kaş ve gözle çocukları yönlendirmeye çalıştıysa da beceremedi.
“Pekâlâ, bir oyun oynayalım mı?”
“Eveeet!”
“Ama bunun için her sırada bir kız öğrencinin oturuyor olması lazım.”
Kızlar olmaz manasında omuz silkince de “Anlaşıldı.” diyerek konuyu değiştirmek zorunda kaldı.
Müfettiş Ömer'e ne dedi bilmiyorum ama çıktığında yüzü yüz değildi. Tekrar içeri alındığımda gülümsüyordu müfettiş.
“Hocam devrimci misiniz?”
Şaşırdım ne diyeceğimi bilemedim.
“Çekinme Hocam aynı hamurdanız. Şu içine girdiğin yalnızlık duygusunda da kurtul. Yalnız değilsin çünkü. Gözünüz aydın; düzde yaktığınız ateş dağlara vurdu. Hesap soranların hesap vermeleri yakındır!
29. 08. 2018
Yazar: Ali Rıza Aksın
ÇARPI- Alevi Bir Öğretmenin Anıları"
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.