Alevi – Bektaşi Edebiyatında Ermeni Aşıklar kimlerdir?
Alevi – Bektaşi Edebiyatında Ermeni Aşıklar kimlerdir?
Bir Hıristiyan halk olarak, özellikle Gregoryan Ermeniler, birçok açıdan kendilerine yakın buldukları Alevilik’le Bektaşiliği rahatlıkla benimsemişler ve onların şiirsel sözcülüğüne kendilerini uyarlamışlardır.
Cumhuriyet’in başlangıç yıllarında Şark İlleri Asayiş Müşaviri ve Türk Ocakları Koordinatörü olarak görevlendirildikten sonra yönetime gizlilik dereceli birçok etno-politik inceleme raporu sunan ve sonradan Atatürk’e danışmanlık yapan Prof. Hasan Reşit Tankut, hazırladığı gizli raporlarının birinde; Aleviler’le Hıristiyan Ermeniler’in tarihten bu yana son derece iyi anlaştıklarını, Aleviler’in her yerde Hıristiyan dostu olduğunu belirttikten sonra, Ermeni kökenli kimi Alevi- Bektaşi âşıklarının Alevi toplumu üzerinde oldukça etkili olduklarını vurguluyor ve sözlerini şöyle sürdürüyordu:“Alevi âşıklar arasında Sarkis Zeki kudretli bir ozandı. O tıpkı Viranî gibi, Turabî gibi demeler söylemiş ve Ehlibeyt methiyeleri yazmıştı.“
(…)
Esasen, kaynaklarını eski Anadolu ve Mezopotamya şiir kültüründen alan Âşıklık geleneği’ nin bir bakıma Alevilik- Bektaşilikle özdeşleştiği ve çok sayıda Hıristiyan Ermeni aşuğu’ nun yani aşığın , aynı gelenek çerçevesinde bu öğretilere intisab ettikleri (katıldıkları) bilinmeyen birşey değildi.
(…)
Ancak, bu „Aşuğlar“ ve yarattıkları Alevi- Bektaşi mahreçli edebiyat, bugüne kadar bütüncül bir çalışmaya konu olmamıştı. Oysa, salt Türkçe ve Azerice yazan 400 dolayında Ermeni aşığının büyük bir bölümü, gerek inançsal yakınlıkları, gerekse aşıklık geleneği çerçevesinde Bektaşiliğe intisap etmiş ve Alevi- Bektaşi Edebiyatı’na önemli katkıda bulunmuşlardı. Üstelik, Tankut’un yukarda sözünü ettiği Sarkis Zeki’nin yanısıra; Aşkî, Zikrî ve Seyrî gibi Ermeni aşıkları Bektaşi tekkelerinden elalarak „babalık“ mertebesine ulaşmışlardı.
Sözgelimi Aşık Zikrî’nin, „Ben fahrederim ki bana Bektaşi desinler/ Dergâh-ı Ali’nin bu da bir taşı desinler“ nakaratlı Alevi antolojilerinde yeralan şiiri ile Ermeni aşığı Yeksanî’ nin, Alevi edebiyatının en güzel örneklerinden sayılabilecek şu şiirini görmezlikten gelmek mümkün mü?
İstemem âlemde gayrı meyvayı
Tadına doyulmaz balımdır Ali
İstemem dünyayı verseler dahi
Koklasam sünbülü gülümdür Ali
Ali’dir gönlümün tahtında köşem
Ali’dir sahrada morlu menekşem
Ali’dir kadehim Ali’dir şişem
Engürden ezilmiş dolumdur Ali
Yeksanî’ yim nice düştüm derdime
Gark oldu vücudum çile bendine
Sormaz oldu gönül kendi kendine
Söyler dehanımda dilimdir Ali
(…)
Bugün deyiş, nefes, semayi, türkü , gazel ve destanlarına ulaştığım 140 dolayında Ermeni aşığı bulunuyor ki, bunların çoğunluğu Aleviliğe ve Bektaşiliğe intisap etmiş, geriye kalanların küçük bir bölümü Hıristiyanlık temasını işlemekte, geriye kalanlarsa dindışı konuları işlemektedir… Dahası Ermeni araştırmacıların bugüne kadar ulaştıkları isimlerin de eksik olduğu anlaşılmaktadır. Kayseri yöresinden Germirli Aşık Mercanî’ yi, buna örnek olarak verebiliriz. Bugüne kadar bilinen Kayserili Ermeni aşıkları (aşuğlar) şunlardı: Abdî, Cemali, Cüdayî, Harbî, Fakirî, Ğanioğlu, İz’anî, Kalust Dedeyan, Kul Elfazî, Lutfî, Mahcubî (Büyük, Küçük), Maklubî, Meydanî, Nadirî, Nasibî, Peprone, Pesendî (Sivaslı olarak da geçer), Serunî, Ziynetî…
(…)
Bu konuda yaptığım inceleme- antoloji çalışması, kanımca şu gerçekleri ortaya koymaktadır:
1 – Anadolu coğrafyasında Türkçe yaratılmış olsa da, Alevi- Bektaşi Edebiyatı’ nın yaratıcıları sadece Türk âşık ve edebiyatçıları değil; bu öğretiyi benimsemiş her halktan insanlardır.
2 – „Misyonerlik“ söylemlerinin kolgezdiği bu aşamada, ulaştığım bir gerçeklik de şudur: Bir Hıristiyan halk olarak, özellikle Gregoryan Ermeniler, birçok açıdan kendilerine yakın buldukları Alevilik’le Bektaşiliği rahatlıkla benimsemişler ve onların şiirsel sözcülüğüne kendilerini uyarlamışlardır. Zaten, tarihtenberi Alevilik- Bektaşilik, bir bakıma İslâmlık’la Hıristiyanlık arasında bir köprü görevi görmüştür. Bu nedenle, doğal bir yakınlaşma ve bütünleşme sözkonusudur. Yani zoraki değil, gönüllü bir bütünleşmedir bu olgu.
(…)
Ermeni aşıkları bazında, Arap harfli Türkçe cönklerin zengin olduğu bölgelerden ikisi Kayseri ve Maraş yöresidir. Salt Maraş yöresinden belirleyibildiğimiz aşıklarından bazıları şunlardır: Daderî, Kul Davut, Dildarî, Elfazî, Feyzî, Kul Garib, Haşerî, Karabetoğlan, Niyazî, Peprone, Piruşan, Sarkiz, Kul Sefil, Serunî, Turabdar, Yakubî, Zülalî…
(…)
1923-30 yılları arasında yedi yıl süreyle yapılan derlemeler sırasında ulaşılmış olup, belirleyebildiğimiz Ermeni aşık ve şairleri ile şiir sayılarını şöyle sıralayabiliriz: Kul Abdi (3), Agahî (2), Aşkî (1), Baharî (8), Behrî (1), Beyoğlu (28), Cehdî (14), Cemalî (2), Ceyhunî (70, Bölgede birden çok Ceyhuni olduğu biliniyor ), Coşkuni (2), Cüdayî (29); Dildarî (2), Elbendî (10), Elfazî (1), Fakirî (4), Fennî (17), Ğanioğlu (6), Gevheroğlu (1), Gülşeni (2), Hakkî (1), Harbî (4), Hekim Serkis (1), İkrarî (1), İrfanî (13), Kenzî (10), Lisanî (1), Lutfî (1), Mahcubî (1), Mercanî (1), Mevcî (2), Mevzunî (14), Nâmî (9), Nadirî (3), Perişan (2), Pervane (32), Ra’detî (1), Sabrî (9), Sadayî (5), Selisî (1), Sevdayî (1), Suzî (3), Şirin (1), Zarî (3), Zeki (5), Zikrî (1), Zülalî (1)…(Bkz. Ahmet Emin Güven: Kayseri’de Yazma Mecmualar, Erciyes Ün. Yay. Ank. 1999)
Gerek Batı’da, gerekse Ermeniler’in yaşadığı Doğu ülkelerinde Ermeni aşıkları üstüne birçok çalışma yapılmışken; Türkiye’de, bilinen tabular dolayısıyla yeterince çalışma yapılamamıştır. Bu nedenle de, sayılarının 400’e ulaştığı varsayılan Türkçe ve Azerice yazan Ermeni aşıklarının büyük bölümünün eserlerine ulaşabilmek adeta olanaksızdır. Bu nedenle, esas olarak Osmanlıca ve Türkçe yazan aşıklardan yaklaşık 140’ına ulaşılabildim ki, bunların büyük bölümü bugüne kadar Türk literatürüne yansımamıştır.
(…)
Not1: Bu yazının tamamı Alevilerin Sesi Dergisi’nin 102. sayısında yayınlanmıştır.
M. Bayrak
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.