AK Parti'nin zor seçimi
AK Parti'nin zor seçimiDilek KURBAN / Radikal 'AK Parti'nin, Kürt, Alevi, Roman, gayrimüslim açılımlarını başlatmasının...
AK Parti'nin zor seçimi
Dilek KURBAN / Radikal
'AK Parti'nin, Kürt, Alevi, Roman, gayrimüslim açılımlarını başlatmasının üzerinden yaklaşık iki yıl geçtikten sonra artık çözüm üretmesi gerek.'
AK Parti hükümetinin iktidardaki ikinci döneminde başlattığı ‘açılımlar’, Türkiye’nin kökleşmiş sorunlarını çözme yolunda siyasi irade sergilemeleri açısından kuşkusuz kayda değer. Hele ki, tabanı dindar Sünni Müslümanlar ile milliyetçi çevrelerden oluşan ve İslami gelenekten gelen bir siyasi partinin Alevi ve Kürt meselesi gibi netameli konuları çözmeye dönük samimi bir çaba sergilemesi, Türkiye açısından göz ardı edilemeyecek bir ilerleme.
Öte yandan, kişisel ilişkilerde olduğu kadar siyasette de iyi niyet tek başına yeterli olmuyor. AK Parti’nin, Kürt, Alevi, Roman, gayrimüslim açılımlarını başlatmasının üzerinden neredeyse iki yıl geçtikten sonra artık çözüm üretmesi gerekiyor. Ve bunu yaparken de herkesin ‘kardeş’ olduğunu vurgulayan et-tırnak diskurunu bir yana bırakıp bir yandan geçmişteki adaletsizlikleri ve hak ihlallerini telafi edici, diğer yandan gelecekte benzer ayrımcılıkların ve eşitsizliklerin yaşanmasını önleyici etkili yasal ve siyasal önlemleri daha fazla vakit kaybetmeksizin alması.
Yaklaşımdaki temel sorun
Hükümetin özellikle Kürt ve Alevi açılımlarında izlediği metot ve benimsediği yaklaşımda temel bir sorun mevcut. Bu da on yıllar, yüz yıllar boyunca kendi devletleri eliyle ayrımcılığa uğramış ve en temel vatandaşlık hakları hiçe sayılmış insanların meşru ve demokratik hak taleplerinin siyasi müzakere konusu edilmesi. Hükümet, iktidarda olmanın gereği olarak, din ve vicdan özgürlüğü, eşitlik, anadilde eğitim, örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü, siyasi katılım gibi temel hak ve özgürlükleri kendi inisiyatifiyle ve zaten tanımış olması gerekirken Alevi ve Kürtlerin taleplerini Sünni dindar Müslümanlar ile Türklerin onayına tabi tutuyor.
Toplumun bir kesiminin en temel haklarını aynı toplumda yaşayan başka bir kesimin ‘hassasiyetlerini’ gözeterek pazarlık konusu etmek normatif olarak yanlış olduğu kadar tehlikeli bir siyasi tutum teşkil ediyor. Yanlış, çünkü hak ve özgürlükler insan ve vatandaş olmanın gereğidir ve bu nedenle müzakere edilemez. Tehlikeli; çünkü toplumun bütün kesimlerinin bütün hak taleplerini müzakere edilebilir kılarak otoriterliğe kapı aralıyor.
Otoriter devlet refleksi
Öte yandan, bu tutumun bu hükümete has olduğu da öne sürülemez. Zira, bu ülkede, her türlü siyasi ve toplumsal iktidarın hak ve özgürlükleri pazarlık unsuru saydığı köklü bir siyasi gelenek bulunuyor. AK Parti hükümetinin Alevilerin cemevlerinin tanınması ve zorunlu din derslerinin kaldırılması taleplerini Sünni dindar Müslümanların hassasiyetlerini gözeterek reddetmesi, işçi haklarının işverenlerin süzgecinden geçiren, başörtüsü takma hakkını laik kesimin hassasiyetleri ve endişelerini gözeterek tanımayan devlet geleneğinin bir uzantısı.
Dolayısıyla hükümetin Kürtler ve Alevilerin meşru hak taleplerine dönük “Ben uygun gördüğüm zaman, dilediğim kadar, dilediğim ölçüde hak bahşederim” yönündeki otoriter tavrı, bu ülkenin siyasi kültürü ve devlet geleneği açısından fazlasıyla tanıdık. Öte yandan, karşımızda, bizatihi bu geleneği ve kültürü değiştirmeye talip olmuş bir siyasi oluşum bulunuyor. AK Parti’nin, artık, Türkiye siyasi tarihinde kendisi için düşlediği yerin gerekleri ile siyasi tabanının hassasiyetleri arasında bir seçim yapması gerekiyor. Bu ise en başta, partinin yönetici kadrosunda köklü bir zihniyet değişimini elzem kılıyor. Başbakan Erdoğan kendisini buna hazır ve muktedir görüyor mu?
Radikal - 18 Aralık 2010
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.