A. Cihan SOYLU : imam-öğretmen çekiştirmesi neyi örtüyor?
A. Cihan SOYLU : İmam-öğretmen çekiştirmesi neyi örtüyor?Geleneksel olanın, dinin toplum yaşamındaki etkisinin sürmesinde de Cumhuriyet...
A. Cihan SOYLU : İmam-öğretmen çekiştirmesi neyi örtüyor?
Geleneksel olanın, dinin toplum yaşamındaki etkisinin sürmesinde de Cumhuriyet doğrudan doğruya devlet olarak birinci elden rol oynamış, etkili olmuştur. Sünni İslamın “devlet dini” olarak resmileştirilmesi, Cumhuriyete rağmen değil Cumhuriyet eliyle gerçekleştirilmiştir. Diyanet İşleri’nin yüz bin kişilik “imam ordusu”yla toplum yaşamına yön verme faaliyetini sürdürmesi ve resmi din dersi eğitimi, “Cumhuriyet kurumları” dışında görülmemiştir. Türbanın politik bir “savaş aracı”na dönüştürülmesi, eğitim kurumlarının dini karaktere büründürülmek istenmesi ve bunun tüm toplum yaşamına etkin hale getirilmek üzere AKP gibi din istismarcısı parti ve hükümetler tarafından gösterilen çabalar bu gelişmelerden; bu politik yapılanma ve kurumlaşmalardan bağımsız değildir.
A. Cihan SOYLU : imam-öğretmen çekiştirmesi neyi örtüyor?
Dini inançlar ve “gelenekler”in politik malzeme olarak kullanılması, İslam-Cumhuriyet; gelenek-modernizm odaklı “kutuplaşma”nın diri kalmasının etkenleri arasındadır. Sosyolog Şerif Mardin’in “imam ve öğretmen” tarafından temsil edildiği varsayımıyla karşı karşıya getirerek Cumhuriyet ve İslamın dünü-bugünü üzerine söylediklerinin, Nilüfer Göle gibi kimi diğer sosyologlarla politikacı ve yazarların katılmasıyla dallanıp budaklanmasında, aktüel gelişmelerin yanı sıra daha temel etkenler rol oynamaktadır.
Prof. Şerif Mardin’e göre Cumhuriyetin “iyi, doğru, güzel, estetik, felsefi, ruhani, manevi değerler konusunda derinlikli bir yapı oluşturama”ması nedeniyle “Cumhuriyeti temsil eden öğretmen” İslami geleneği temsil eden imama; modernlik geleneğe yenik düşmüştür! Mardin’e karşı görüş açıklayan N. Göle ise daha ortalama bir yaklaşım göstermekte ve bugünkü sorunun “baş örtüsüyle öğretmen olmak isteyen imamın kızı”nın engelle karşılaşması olduğunu ileri sürmektedir.
“İyi, doğru, güzel” gibi toplumsal çelişki ve karşıtlıkları örtme işlevi de görebilecek kavramların‚ her yana ‘çekilebilir’ oluşunu bir yana bırakırsak, “imam” ve “öğretmen”in İslam ve Cumhuriyetin “temsilcileri” şeklinde karşı karşıya getirilmesiyle her şeyden önce, sosyolojik olgular dar bir alanda ele alınmakta ve geleneksel olan ile modern olanın toplumsal gelişme sürecinde oynadığı rol, birbirine karıştırılmaktadır. Bu tartışmaya egemen sınıf cephesinden katılanların her “iki tarafı” da, öğretmen ile imamın; gelenek ile modernin “kesin karşıtlar” olarak görülmesinden yarar ummaktadırlar. İmam ve öğretmenin egemenler tarafından gerçekleştirilen konumlanması esas alınarak yürütülen bu tartışma, kavramsal düzeyde dahi kapitalizm ile bağlantılı olmaktan çıkarılmakta; işçi sınıfıyla emekçilerin, geleneklerin ve dini inançların kapitalist kullanımı ya da istismarıyla bilim ve aklın gerekleri arasındaki çelişkiyi görmeleri engellenmek istenmektedir. Yürütüldüğü biçimiyle söz konusu tartışma, halk kitlelerinin bir bocalama yaşamalarına ve modern olanı yol sapkınlığı ya da geleneksel olan her şeyin tümüyle inkarı olarak görmelerine hizmet etmektedir. Bu ise her iki durumda da burjuva işbirlikçi güçler ve onların İslamcı ya da sözüm ona cumhuriyetçi temsilcilerinin politik-kültürel rant sağlamalarına yaramaktadır.
Göle ve Mardin’in “imam ve öğretmen”; “İslam ve Cumhuriyet” ilişkilerine getirdikleri açıklama ve çeşitli yazarların bu temelde sürdürdükleri tartışma, her şeyden önce, bu sözüm ona karşıtlığı ve onun taraflarının ilişkisini bulanıklaştırmakta; sınıf çelişkileri ve çatışmalarını örtmekte, böylece burjuva gerici, sözde laik ve din istismarcısı parti ve güçlerin çıkarına ve güncel bölünmelerine bağlanmaktadır. Bu “karşıtlık”, Cumhuriyetin kuruluşu ve sonraki sürecin gelişmeleri ve kapitalist modernleşmenin din ve geleneklerle ilişkileri açısından gerçeğe aykırı düşmektedir. Gelenek ve inançların güncel istismarıyla bunun emperyalist ve işbirlikçi politika ve stratejiler yönünden kazandığı ‘önem’, modernizm ve geleneklerin en azından bugünkü dünyada birbirlerini tümüyle dışlayan karşıtlar olmadıklarını gösteriyor. Yani artık ne imamlar, hahamlar-piskopos ve papalar, sadece ve tümüyle geleneğin temsilcisidirler, ne de öğretmenler ve öteki “modernistler”, geleneksel olana ve geleneklere tümüyle karşıt toplumsal kesimlerdir. Ne burjuvazi, kapitalist serbest rekabetin ve burjuva demokratizminin temsilcisi “ilerici” sınıftır, ne de tekelci kapitalist, politika ve ideoloji kilise-cami-havrayı “ayak bağı” görmektedir! Şimdi bunlar birbiriyle daha çok karışıktır. Tekelci sermayenin çıkarları gereği dini ve geleneksel olanın istismar edilip kullandığı ve yedeğe alındığı ve geleneksel olanın da modern olanın dümen suyuna girerek değişime uğrayıp daha paracı, daha piyasacı olduğu bir süreci yaşıyoruz. “İmamın kızının başörtülü öğretmen olmak istemesi” de buna uygun düşmektedir. “Öğretmen”, bu durumda ve tekil kişilik olarak değil ama genel bir kategorilendirme olarak alındığında, “imam standartları”nı aşmıyor. “Öğretmen” ile Cumhuriyeti temsil arasında bağ kurulacaksa eğer, Cumhuriyetin geleneksel olana üstten bürokratik yöntemlerle müdahale ve fakat aynı zamanda onunla işbirliği yaparak onun modernle iç içe sürdürülmesi şeklinde geliştiği bir gerçektir. Burjuva modernizmi toplumun ezilen kesimlerinin desteğini öngörmemiş, ancak gereksindiğinde onu istismar etmekten de kaçınmamıştır. Geleneksel olanın, dinin toplum yaşamındaki etkisinin sürmesinde de Cumhuriyet doğrudan doğruya devlet olarak birinci elden rol oynamış, etkili olmuştur. Sünni İslamın “devlet dini” olarak resmileştirilmesi, Cumhuriyete rağmen değil Cumhuriyet eliyle gerçekleştirilmiştir. Diyanet İşleri’nin yüz bin kişilik “imam ordusu”yla toplum yaşamına yön verme faaliyetini sürdürmesi ve resmi din dersi eğitimi, “Cumhuriyet kurumları” dışında görülmemiştir. Türbanın politik bir “savaş aracı”na dönüştürülmesi, eğitim kurumlarının dini karaktere büründürülmek istenmesi ve bunun tüm toplum yaşamına etkin hale getirilmek üzere AKP gibi din istismarcısı parti ve hükümetler tarafından gösterilen çabalar bu gelişmelerden; bu politik yapılanma ve kurumlaşmalardan bağımsız değildir.
Tüm bunlar, insanın insanca yaşayacağı modern-ileri ve gelişmiş bir toplumun kurulmasıyla burjuva gericiliği ve toplum yaşamını doğmalara ve hurafelere dayalı önyargıların hakim olduğu karanlık girdaplara hapsetmeye çalışanlara karşı mücadele arasındaki koparılamaz bağı ortaya koymaktadır. İşçi sınıfı ve emekçiler; en temel, en insani haklarına baskı ve zorbalıkla karşı koyan bürokratik-militarist güç, kurum ve aygıtın “modernizmi”yle, insanı hurafe ve doğmaların esiri olarak tutmaya çalışan, dini inançları istismar ederek politik güç üstünlüğü sağlamak isteyen din bezirganlığı arasında sanıldığı kadar büyük fark olmadığını görmek; bugün karşı karşıya bırakıldıkları ya da getirildikleri gerici kutuplaşma ve bölünmeleri aşan bir sınıf uyanıklığıyla hareket etmek; ekonomik-sosyal ve politik talepleri temelinde burjuvazinin tüm kesimlerine karşı birleşmek zorundadırlar. Bunu yaptıklarında inanma ya da inanmamanın kişinin kendiyle ilgili bir sorun olacağı ve kimsenin bir diğerine inançları nedeniyle baskı yapamayacağı bir toplumsal politik sistemin kurulmasının yolunu da açmış olacaklardır. Bu başarılamadığında, “öğretmen imamı yenilgiye uğratsa” dahi, sömürü ve baskı devam edecek ve burjuvazi kendine uygun yeni imamlar, yeni hurafeler; deyiş yerindeyse yeni dinler oluşturacak-yaratacak ve egemen kılacaktır.
A. Cihan Soylu
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy36701 = 'a.cihansoylu' + '@';
addy36701 = addy36701 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text36701 = 'a.cihansoylu' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
36701 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
EVRENSEL - 15 Haziran 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.