2 Temmuz Dünya Aydınlanma Günü...

2 Temmuz Dünya Aydınlanma Günü...

2 Temmuz Dünya Aydınlanma Günü...M. SADIK ASLANKARA / Kitaplar Adası2 Temmuz 1993’ün üzerinden on beş yıl geçti. Bu on...

A+A-

2 Temmuz Dünya Aydınlanma Günü...2 Temmuz Dünya Aydınlanma Günü...

M. SADIK ASLANKARA / Kitaplar Adası

2 Temmuz 1993’ün üzerinden on beş yıl geçti. Bu on beş yılda Sivas’a özgülediğim yazılar yirmiye varmıştır herhalde. Sivas’ta yakılan yazarlarımıza, şairlerimize, onların ürünlerine, kıyımdan kıl payı kurtulanlara bu konuda verimlenmiş yapıtlara ayırdım söz konusu yazıları. Bir kitaplık yazı kısaca… “Sıvas acıları” üzerine yazmayı sürdürüyorum o gün bugündür. Kıyımın hemen ardından bir de öneri getirmiştim; 2 Temmuz’un “Dünya Aydınlanma Günü” olarak kutlanmasını dileyen, yitirdiğimiz değerlerin bu anlamlı gün nedeniyle sonsuzca bizimle yaşaması olasılığını güçlendiren…

Geçmiş bir yazısında Server Tanilli’nin de destek verdiğini anımsıyorum önerime. Ama belli ki, henüz hiçbir yazın kuruluşu, bu öneriye yakınlık duymuş ya da hiçbir örgüt konuya gönül indirip bu doğrultuda adım atmış değil! Oysa 21 Mart Dünya Şiir Günü’nün de, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün de hem mimarı, hem bu günlerin kutlanışında canla başla çaba harcayan, buna yaygınlık kazandıran bizim yazın örgütlerimiz; PEN, TYS, Edebiyatçılar Derneği… 2 Temmuz için henüz bu yönde köktenci adım atılamayışı, konunun bu yanıyla gündeme taşınıp tartışılamayışı, ilkesel bağlamda kimi kararlar alınamayışı, ölümlerin, doğulu toplumlara özgü bireysel acılar halinde yaşanan, kendine kapanma anlamına gelen bir feodallikten, sonuçta ölümden çağdaş bireşimlere varılamayışından kaynaklanıyormuş gibi geliyor bana. Ne var ki bu konudaki girişim de ötekilerinden önce yazın kuruluşlarına düşen bir iş hiç kuşkusuz. Umarım on beşinci yıl, andığım kuruluşlar için de bir toparlanma, bu çerçevede düşünüp kararlar alma yılı olur… Hadi gelin, ilkin 2 Temmuz 1993’e dönelim, yaşananları yeni bir süzgeçten geçirerek bir kez daha bakalım olup bitenlere… Dostlar Tiyatrosu’nun 2007-08 tiyatro mevsiminde sergilediği Sivas 93, yaşananların bire bir aktarımıyla çıkmıştı sahneye… Bir belge oyundu bu. Genco Erkal’ın yazıp yönettiği, müziğini Fazıl Say’ın, giysilerini Özlem Kaya’nın, film yapımını-yönetimini Nurdan Arca’nın gerçekleştirdiği…

“SİVAS 93”ÜN “ÖLÜ CANLAR”I...

Sahnede söylendiği üzere herhangi yorum getirilmeden sunuluyordu Sivas 93; Genco Erkal, Meral Çetinkaya, Yiğit Tuncay, Nilgün Karababa, Murat Tüzün, Çağatay Mıdıkhan, Saliha Şirvan Akan grubunun oyunculuklarıyla. 2 Temmuz 93’te yaşananlar, soğukkanlı bir sıralamayla yeniden gözler önüne seriliyor, bu acıyı yaşayanlar, anımsayanlar bunu yeniden düşünme fırsatı yakalarken yirmi, yirmi beş yıl önce doğan gençler, belki de ilk kez tarihimizde böylesi karanlık bir gün yaşanıldığını öğreniyordu. Sivas 93’ün mevsim boyunca yoğun ilgi görmesi, 100 gösterimi aşıp, önümüzdeki mevsim de sürdürüleceği izlenimi bırakması, bu değerlendirmedeki haklılığı koyuyor ortaya. Nitekim oyunun yönetmen yardımcısı Serdar Bordonacı anlatmıştı da şaşarak dinlemiştim. Seyirciler arasında dolaşırken bir gencin telefon konuşmasına tanıklık yapmış Serdar. Birinin sorusunu yanıtlıyormuş genç, oyunun neyi anlattığına karşılık olarak, “Bilmiyorum yaa” diyormuş arkadaşına, “geldik işte seyredip öğreneceğiz.” Gerçekten de 2 Temmuz 1993’te Sıvas’ta yaşananlar, herhangi bir kurguya gidilmeksizin sunuluyor Sivas 93’te, sahne plastiğine dayalı bir gösteri olarak. Bu açıdan oyunun önümüzdeki yıllarda da sahnede kalması, çok önem taşıyor bana göre. Sivas 93, Sıvas kıyımında yaşanan yalın gerçekle olgusal boyutta tanışmak ya da yüzleşmek için ideal bir çalışma. Bu çerçevede, oyun, tiyatral anlamda herhangi kurguya, kurmacaya dayanıyor değil zaten. Ancak Sıvas’ta olup bitenlerin, bire bir dayanaklarından, olgusal ilintilerinden kalkılarak soyutlanmış, dönüştürülmüş estetik somutlayışla sunulmuş bir roman var karşımızda: Fatih Atila’nın Ölü Canlar’ı (Can, 2003).

Şair Selim, Sıvas kıyımından, rastlantıyla herhangi yara almadan kurtulanlardan biridir. Arkadaşları yanarken kurtulmuş olması, Selim’i derinden yaralar. Olay, belleğinde tüm canlılığıyla sürerken Selim’in kendi içine kapanmasına yol açar bu durum, onu yalnızlaştırır. Artık o, bir “ölüm kaçağı”dır. (113) Davanın avukatlarından Yücel’in de arkadaşıdır Selim. Yapıtın ilerleyen sayfalarında sıklıkla Sıvas’a gittiğini, yaşadığı olayları romanlaştırmak için çabaladığını öğreniriz Selim’in. Tam bu aşamada William adında bir İngiliz de davayla ilgilenmiş, izlemek üzere Türkiye’ye gelmiştir. William’ın gelişi sonrasında roman, birbiriyle kesişen bir katman çoğulluğuyla kuşatılmaya başlayacaktır kendiliğinden. William, iz peşinde gibidir zaten, nitekim sürpriz gelişmeler kesecektir sürekli önümüzü. Yalın olmakla birlikte polisiye içirilmiş kurgusu, kendini su gibi okutan yanıyla 2 Temmuz’un onuncu yıldönümünde yayımlanan Ölü Canlar üzerinde bugüne dek duramayışıma hayıflanmadığımı söyleyemem. Takıldığım tek yan, çok sayıda olayın aktarılışıyla kurulan romanda, hele buna polisiye örgü de içirilmişse eğer, yazarın bu çerçevede soyutlayımla dönüştürüm olgusunun romandaki dolantı ile oyun arasında sıkışıp kalabileceğini düşünmemiş olması diyeceğim. Hadi ben yazma fırsatı bulamadım diyelim Ölü Canlar üzerine, öteki yazıncılarımız ne yapıyor, bir deyin hele! Şunu da söylemeden geçmeyeyim: soyutlayımıyla, dönüştürümüyle dikkat çekici düzey sergileyen, modern romanımız içinde göz ardı edilmemesi gereken yapıtında Fatih Atila, olayların yaşandığı kentin, yani Sıvas’ın adını bir kez olsun anmıyor! Neden böylesi tutum sergiliyor yazar, nerede yaşanmıştır olup bitenler? Atila bize, bu barbarlığın, kıyımın herhangi çağda, dünyanın herhangi kentinde, üstelik dinsel inançlarını, alabildiğine kapalı yaşayanlarca değil, ancak bir dizgeliliğe dayalı olarak, daha somut dile getirişle dönen çarkların dişlileri arasında, çağdaş buyurganlarca yapılabileceğini gösteriyor Ölü Canlar’da.

“SELAMET ORDUSU”NDAN “KİTLESEL KATLİAMLAR”A

Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm (Sol, dokuzuncu basım, 2004) adlı yapıtında bir “Selamet Ordusu”ndan (22) söz ediyor. Kitabın arkasına eklenen “Açıklayıcı Notlar”da şu bilgi veriliyor “Selamet Ordusu”yla ilgili olarak: “Selamet Ordusu (Salvation Army)- yoksullara maddi ve ‘manevi’ yardım için yöntemci vaiz William Booth (1829-1912) tarafından 1878’de Londra’da kurulan dinsel ve insan sevgisi (?) yanlısı burjuva örgüt. Başlıca görevlerinden biri dinsel ve ahlaki vaazları ve gerici bir propaganda sayesinde halkın bilincini köreltmektir. Örgütün Birleşik Devletler’de ve bir dizi başka kapitalist ülkede ve özellikle sömürge politikasının uygulanmasını desteklediği sömürgelerde kolları vardır. Selamet Ordusu askeri biçimde örgütlenmiştir. Gerici burjuvazinin ellerinde, işçi ve demokratik harekete karşı yöneltilmiş bir araçtır.” (94)

H.Nedim Şahhüseyinoğlu, büyük emek ürünü Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar (Paragraf, ikinci basım, 2005; 312.4190032) adlı yapıtında bir açıdan, işte böyle yerli bir “selamet ordusu”nun süreç içinde nasıl oluşturulduğunu, bunun nasıl ortaya çıktığını gösteriyor denebilir bize. Fatih Atila gibi Şahhüseyinoğlu da, bütün bu kıyımların, uluslararası kapitalist işleyiş içinde dizgeli olarak tasarlandığı kanısında. Nitekim H.Nedim Şahhüseyinoğlu, tam bir arşivcilik örneği göstererek yalnız 2 Temmuz 1993 Sıvas kıyımını değil, bundan önce yaşanan Malatya, Kahramanmaraş, Çorum kıyımlarını işleyerek örüntülüyor çalışmasını. Kıyımın söz konusu aşamalarını öğrendikten sonra artık Sıvas, beklenen bir olgu olmanın ötesine geçmiyor elbette. Bütün bu kıyımlar dinsel, ırksal bir hezeyan ortamından beslenerek ortaya çıkıyor kuşkusuz, ancak yaşananların tüm faturasını saltık anlamda inançlılara çıkarıp kapitalizmi, emperyalizmi, yerli işbirlikçilerini bundan arındırmak da bu ölçüde yanlış olmalı. İleriki haftaların birinde, dinle bilimin ilişkilenişine de getireceğim sözü bu çerçevede. Andığım iki yapıtı, Sivas 93’ü seyrederken birbirine koşut okumalarla sürdürmenin çok yararlı olacağı açık. Bu okumalara bir kitap daha eklemek istiyorum… Kemal Özer’in Temmuz İçin Yaralı Semah’ını (Yordam, 2008).

“TEMMUZ İÇİN YARALI SEMAH”

Kemal Özer, Temmuz İçin Yaralı Semah adlı yapıtını, altı ayrı bölümden oluşturmuş. Ben bunlardan “Yol Erleri” başlıklı bölüme getireceğim sözü. Bu bölümdeki şiirlerini kıyımda yok edilen sanatçılara özgülemiş Kemal Özer. Bunların ilk üçünden, Metin Altıok, Asım Bezirci, Behçet Aysan için kaleme alınmış şiirlerinden kimi dizeler aktarayım istiyorum şuracıkta:

“Hadi gel birlikte yazalım bu şiiri/ adım metin olsun bu kez benim de/ hadi benim sesimle ama senin hüznünden/ hadi benim acımdan ama senin sesinle/ birlikte söz edilsin bu şiirde// Birlikte yazalım hadi ölüme karşı/ konuşalım bir yürekten hadi bir ağızla/ kimse ayırt etmesin kimin söylediğini/ nereye kadarı benim nerden sonrası senin/ kıvrıla kıvrıla yanan bir kâğıtta”.

“Neyinden tanırım/ karınca adını alışından/ göze görünmez adımlarla/ sabrı yürüyüşünden belki// Haksızlığı gözyaşıyla sorgulayıp/ öfkeyi gösterişsiz yaşayışından/ boyunca oğul yetiştirir gibi/ her kitabıyla biraz daha çoğalışından// Halkın ekmeğini yoğurmaya/ adanmış ellerinden belki de/ tutanağı yazılırken sorsalar/ neyinden tanırsın diye Asım’ı”.

“Evet/ seni kucaklayamamak zor/ senin sesinden/ geçirip/ kendi sesini// seni kucaklayamamak bir şiirle/ senin sözcüklerinden/ devşirip/ kendi söylediğini// yokluğunu yolundan döndürememek Behçet”.

Ne söyleyeceğim gelip gidip bu şiirleri okumaktan başka? Evet, hayranlıkla okuduğum Temmuz İçin Yaralı Semah’taki şiirler üzerine ne diyebilirim, sizin de bunları okumanızı dilemenin ötesinde? Yanık kokularının habire sardığı bu dünyada, Yordam Kitap tarafından, Hayri Erdoğan’ın yayın yönetmenliğinde yangından kurtarılarak önümüze getirilen acılı bir armağan Temmuz İçin Yaralı Semah. Dönüp dönüp yeniden okunmalı 2 Temmuz kitaplığının bu başyapıtı. Yalnızca acılar tarihinden bir kesit getirmiyor çünkü şiirler. Bir duruşun, diklenmenin, yarım kalmış gibi görünen yürüyüşün de ardını getiriyor.Bu çerçevede bir yol, ulaşma, aydınlanma şiirleri bunlar. Şimdi bizimkiler kadar dünyanın tüm şairlerinin dizeleri de kol kola bu şiirlerde. Şiirlerin, şairlerini kollarına takarak omuz omza yürüyüşü bu. Kemal Özer’in “Yol”, “O Resme Bir Daha Bakılırsa”, “Son Söz Yerine” başlıklı şiirlerinden alıntıladığım dizelerle bitireyim yazıyı:

“Görecekler sona ermezliğini/ bir yangınla çıkanlar/ o yolun önüne”; “Beklediler ki zamanı gelsin/ her biri kendi sessizliği içinde/ zamanı gelsin de bir ilk adım/ bir altyazı olsun suskuları/ onlardan kalacak o günkü resme// o resme bir daha bakılırsa/ görülecektir yıllardan sonra bile”; “Birer adım olacak her biriniz/ biri bitse bile bir başka yürüyüş için/ yeniden başladıkça bu yaralı semah”.

2 Temmuz Dünya Aydınlanma gününüz kutlu olsun efendim!

CUMHURİYET KİTAP - 5 Temmuz 2008

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.