2 Temmuz 2006'da Sivas'ta Yapılan Anma Üzerine Notlar

2 Temmuz 2006'da Sivas'ta Yapılan Anma Üzerine Notlar

2 Temmuz 2006'da Sivas'ta Yapılan Anma Üzerine Notlar"Araştırmacı-yazar Rıza AYDIN'ın "2 Temmuz 2006’da Sivas’ta...

A+A-

2 Temmuz 2006'da Sivas'ta Yapılan Anma Üzerine Notlar2 Temmuz 2006'da Sivas'ta Yapılan Anma Üzerine Notlar

"Araştırmacı-yazar Rıza AYDIN'ın "2 Temmuz 2006’da Sivas’ta Yapılan Anma Üzerine Notlar" başlıklı yazısını bu yıl Madımak Oteli önünde yapılacak anmalar öncesinde, bugüne ışık tutması açısından tekrar yayınlıyoruz."

Alevilikle ilgili ilk bilgilerim, anneannemden dinlediklerimdir; o bize her konuyu tıpkı bir oyun oynar gibi, sade bir anlatımla bir öykü içinde anlatırdı. Ölümle ilgili sohbetlerimizde derdi ki: "her insanın gök yüzünde parlayan bir yıldızı vardır, insan yaşadıkça oda parlar, insan bu dünyadan göçünce de o yıldızı oradan kayıp, hayattayken gönüllerini kazandığı kişilerin yıldızlarına girer, onların yıldızlarına karışarak orda ışıltısını sürdürür. Cennetteki ulu bir ağaçta da herkesin bir yaprağı vardır, kişi bu dünyadan göçeceği zaman o yaprak oradan kopup sevdiği insanların yapraklarına dokunarak yere düşer. Bu yaprak yere düşerken kimin yaprağına dokunursa onun kulağını çınlatıp kalbine doğar, o kişi onun cenazesine gelir onu son yolculuğunda yalnız bırakmaz." Şimdilerde haberleşme teknikleri gelişti, ama bir cenaze törenlerine katıldığımda aklıma hep bu sözler gelir…

Mahzuni'nin cenaze törenine giderken arkadaşlarla bunları konuşarak gittik. Ama Aşık Mahzuni’nin Hacıbektaş’taki cenaze töreninde, farklı bir olguyla karşılaştık. Anadolu’nun her yanından, ücra köylerinden insanlar, kendiliğinden bir araya gelerek, kendi olanaklarıyla arabalar tutup, yiyeceği azığını çıkınına sararak, meşe seli (1)  gibi Hacıbektaş’a akın etmiş, Hacıbektaş’ı doldurup taşırmıştı. Hacıbektaş esnafının bu kadar kalabalığa yiyecek yetiştirecek hazırlığı olmadığından, o gün, Mahzuni'nin cenaze törenine gelen bu insanlar azıklarını bizlerle paylaşarak gönüllerimizi doyurdukları gibi karınlarımızı da doyurmuşlardı. Bunun nasıl olduğunu çok düşündük, çok tartıştık. Bu kadar insanı örgütleyip buralara getiren o gücü, o aygıtı kendi kendimize sorduk, soruşturduk. Bu nasıl oluşmuştu, nasıl başarılmıştı. Elbette bunun irili ufaklı birçok sebebi vardı; ama bunun baştaki temeli yüzyıllara dayanan Alevi-Bektaşi inancıyla Mahzuninin halkın gönlünde oluşturduğu sevgiydi, diğer bir yanı da böyle bir törenin yapılacağı haberini, bu törene katılma duyarlılığının yaratılması için yapılan çağrıların uydu antenleri sayesinde bu canların evinde bu canlara ulaştırılabilmesiydi. O zaman Alevilerin dinlediği iki radyonun özelliklede CEM Radyo'nun bunda etkisi ayan beyandı. O gün, o radyolar sayesinde bu kitleye ulaşılıp Mahzuni'nin cenaze törenine gelmeleri sağlanmıştı.

2 Temmuz 2006 Sivas anma töreninde bu olgunun başka bir versiyonuyla karşılaştık. Sivas, Sivas olalı görmediği bir protesto gösterisi yaşıyordu. Anadolu’nun her yanından gelip  Cemevi önünde toplanan insanlar oradan Madımak'a doğru meşe seli gibi akmaya başladı. Yolda, Madımak'a doğru yürürken bir yandan da çevreyi gözlemlemeye çalışıyorduk;  Sivas halkı sanki sokağa çıkma yasağı varmış gibi evlerine hapis olmuş, pencerelerinden bizi seyrediyorlardı. Bazı balkonlardan kadınların bizi alkışladıklarını, karanfil attıklarını gördüm. Ama genelde camlar kapalıydı bazı pencerelere Türkiye bayrağı asılmıştı. Bayrak asılan camların arkasında başı örtülü kadınlar vardı, bakışları sevecen, hayıra alamet gibi görünmüyordu, bazılarından kurt işareti yapanlarda olmuştu. Bir yerde bu yüzden bir gerginlik oldu ama biz kortejdeki gençleri teskin ettik. Cumhuriyet Meydanını geçip Madımak Oteli'ne doğru inerken, caddede yamuk yumuk, yamularak yürüyen, karşılaştıklarıyla boynuzu varmış gibi kafasını tokuşturarak selamlaşan, lümpen tavırlı, suratından çirkinlik akan insanlar gözüme çarptı; görmemezlikten geldik. Yürüyüş sırasında genelde Madımak'ın müze olması isteği (sloganı) ön plandaydı, bunun yanında "faşizme karşı omuz omuza" gibi genel sloganlarda dillendirildi. Yürüyüş sırasında dile gelip seslendirilen sloganlar, gökyüzünde semah dönen turnaların çıkardığı sesler gibi ahenkliydi. Yürüyüşte Alevi örgütlerinin pankartlarından başka tek istisna "Mersin CHP İl Örgütü" yazan pankarttı. Bu yürüyüşümüze hiçbir partinin genel başkanı katılmamıştı, demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların genel başkanları da gelmemişlerdi. Sadece, Sivas’taki sol çevrelerin yerel desteği vardı. Böylece kortej Madımak'ın önüne vardı. Kortejin ucu Madımak'ın önüne varınca kortejin kalan kısmının olduğu yerde oturup bekleyeceğini bekliyordum ki Ankara Alevi derneklerinden tanıdık megafonlu gençler, "yürüyün yürüyün" diye kitleyi Madımak'ın önüne yığdılar. Madımak'ın önünde muazzam bir izdiham oldu, eğer bir panik yaşansaydı, kötü bir tabloyla karşılaşabilirdik (2). 1 Mayıs 77’yi hatırlayıp bu yığılmayı engellemeye çalıştık ama başarılı olmadı. Bunun değerlendirilmesi gerektiğini Alevi örgütlülüğünden, sol çevrelerden tanıdığım arkadaşlarımla paylaştım; Ernest Mandel "örgüt; emekçi halkın billurlaşmış bilincidir" der, bu örgütlülüğün önderleri de geçmişin billurlaşmış bilinciyle, bu deneylerden çıkarılan derslerle donanarak bu önderliklerini yapmalı, tıpkı aşılanmış organizmalar gibi bir tehlike anında gerekli refleksi - önlemi - geliştirmelidirler; bunun içinde her eylemden sonra bunun bir değerlendirmesini yaparak bundan gerekli derslerini çıkarmalıdırlar diye düşünüyorum. Bu yazının amacı da bu.
 
Madımak'ın önünde etrafı gözetlerken Yüksel Erdoğan’ı görüp yanına vardım, sarıldık. Vecihi Timuroğlu, kızı, bazı arkadaşlarıyla törene katılmışlardı. Bu yıl ki törenden memnundu. “Biz yıllarca 15-20 kişiyle bu anmaları yaptık, bu gelenek böyle oluştu, demek ki o gün doğru yapmışız” dedi. Birde uyarıda bulundu “bu güzel güzel olmasına da bu anmaları sadece Alevilere mal etmemek, sadece onlarla sınırlandırmamak gerekir, bu ülkenin çağdaş demokratik, halktan, adaletten yana yüzünün ürünü olmalı” dedi. “Elbette” dedim, gönlümüzde yüreğimiz birdi o an, ama burada üzerinde durulması gereken bir başka yan daha vardı sanki, o çevreler gelmişlerde kovan mı olmuştu? hayır, bu üzerinde durulması gereken bir sorunumuzdu. Acı ama demokratik sol çevrelerdeki duyarsızlık yüzünden, 6-7 Eylül, Malatya, Maraş, Çorum Vb. katliamlar unutuldu; eğer Pir Sultan Abdal Derneklerinin örgütlülüğü olmasa, 2 Temmuzda bunlar gibi unutturulabilirdi.

Aslında işin doğrusu, bunun Sivas Belediyesi öncülüğünde bütün Sivas halkının üstlenip, Sivas halkının birlikte yapmasıydı. Sivas’ın bu kara lekeden kendi kendini arındırması böyle sağlanabilirdi belki; Ama ne Sivas Belediyesi'nde ne de resmi çevrelerde böyle bir duyarlılık yoktu. Bu resmi çevrelerde bu duyarlılık yoksa, onlardan beklemeden Sivas’ın bu kara lekeden kendini arındırması için başta Sivas halkının bu kara günü lanetleyip, Madımak zindanının insanlığın ders alacağı bir müze olması için kendilerinin çalışması gerekirdi; belki bu da yetmez, “her gün 2 Temmuz, her yer Madımak” mantığıyla hareket edip, bundan sonra okullardaki eğitim bile bir daha "2 Temmuzlar yaşanmasın" diye programlanmalıdır çabasına kendilerinin öncülük etmesi gerekirdi. Çünkü, 2 Temmuzda Sivas’ta yaşanan, devletin, toplumun gözlerinin önünde 8 saat televizyonlardan seyredildiği halde, engellenemeyen, ibadethanelerden çıkan kalabalığın insanları yaktığı, yakabildiği dünyadaki insanlığın dersler alması gereken bir sorunudur. İbadethanelerden çıkıp, televizyonlardan insanlığa göstere göstere, toplumun gözleri önünde insanların masum insanları yaktığı dünyanın hiçbir yerinde yaşanmamıştır, yaşanmamalıdır, yaşanamaz da. Ayrıca gözden uzak tutmamak gerekir ki: 2 Temmuz 1993’te yapılan etkinlik, devletin en büyük mülki amirinin önersiyle Sivas’ta yapılmıştı, düzenleme komitesi başkanlığını da devlet adına vali yapmaktaydı. Katledilen insanlar devletin güvencesiyle oraya geldiği halde, devletin gözü önünde yakılmışlardır. Burada başta devlet sorumludur, devlet suçludur. Solingen katliamında milliyetçi bir terör örgütü devletin, ibadet kurumlarının (kiliselerin), toplumun haberi olmadan gelip o masum insanları yakmıştır. Bu yüzde Alman devleti, Alman kiliseleri (ibadet yerleri), Alman toplumu doğrudan suçlanamazlar; bunlardan her hangi birinin haberi olsa Solingen katliamını önlerlerdi. Orada hal böyle iken 2 Temmuzda durum böyle değildir. 2 Temmuzda devletten izin alınarak, devletin koruması altında, bir anlamda devletin düzenlediği, devlete güvenerek şenliğe gelen insanlar, devletinin gözleri önünde, ibadethanelerden (Camilerden) çıkan insanlar tarafından, Televizyonlarda gösterile gösterile bu katliamı yapmışlardır, bu kurumların hiçbiri de bu vahşete - katliama- engel olamamışlardır. Bundan dolayı da 2 Temmuz katliamında hepsinin sorumluluğu vardır. Bu açıdan bakınca 2 Temmuzun, Solingen'le ayrıldığı pek çok nokta görülecektir. Katliamdan sonra Almanya’daki kurumların sorumlu davranışları da burada görülmemiştir. Bu farklılıklar göz önüne alınmadan 2 Temmuzun Solingen katliamıyla ya da Solingen katliamının bir benzeri olan Başbağlar katliamıyla kıyaslanması doğru değildir. Bu farklılıklar açıkça bilinmelidir. Bu yüzden 2 Temmuzun özel olarak incelenip, gerekli derslerinin çıkarılması, okullarda okutulması gerekir. İnsanlık buna kayıtsız kalmamalıdır.      

Demokratik sol çevrelerden başka tanıdıklarla, dostlarla da karşılaştık onlarla da ayak üstü bunları konuştuk. Sol çevrelerden gelen dostlar genellikle bugünkü kitle katılımında dönemin mi yoksa Alevi kitleye hitap eden televizyonlarının mı daha etkili olduğunu tartışıyorlardı; bunda hep birlikte, Avrupa’dan yayın yapan televizyonların etkili olduğunda karar kıldık. Sonra hep beraber, coşku içinde, büyük bir sevgi seliyle, gönüllerimizde yaşayan kaybettiğimiz canlarımızı düşüne düşüne başlangıçta toplandığımız cem evinin önüne gelip oradan dağıldık.

10 Temmuz 2006
RIZA AYDIN
Kaymak Köyü / ŞARKIŞLA

1- Meşe seli: Meşe ormanları yağmuru çekerler, ovada hiçbir bulut dahi olmadığı halde, meşe ormanlarına yağan yağmurlardan oluşan seller aniden gelip obayı, ovayı kaplar, -Nilin taşması gibi- önüne geçeni silip süpürür. Buna "meşe seli" denir.  Pir Sultan bir nefesinde : “Dost ( Şah – Yar) elin dolu içmiş deliyim / Üstü kan köpüklü meşe seliyim / Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim/ Bende bu yayladan şaha giderim” der

2- Bu yıldan sonraki 2 Temmuz anmalarında, yürüyüş kolunun yan yoldan gelip Madımak'ın önünden geçerek, oraya karanfillerini bıraktıktan sonra – tıpkı semah dönen turnaların mürşidi selamlaması gibi- yürüyüp Cumhuriyet meydanına çıkmalı, Cumhuriyet meydanında toplanan canlar, 2 Temmuzda kılavuzları olan turnaları anıp, konuşmalar yapılınca da yürüyüşe tekrar başlayıp cem evine başladığı yere dönmeli, önerisini bende uygun buluyorum.

ALEVİ HABER AJANSI - 30 Haziran 2008

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.