1950'den bugüne ALEVİ OCAKLARININ Tarihi
Geleneksel Alevi örgütlenmesinin başında, kendilerine kutsiyet atfedilmiş aileler bulunur. Alevi dini pratiklerinin yürütülmesi ve Alevi sosyal hayatının düzenlenmesi-denetlenmesi bu aileler tarafından yerine getirilir. .
Alevi erkanında kendilerine kutsiyet atfedilmiş bu ailelerin evlerine 'ocak', ocaklara mensup aile bireylerine de 'ocakzade' ya da 'ocaklı' adı verilir.
Her Alevi bir ocağa bağlıdır. Örnek vermek gerekirse; Orta Toroslar’ın Alevileri Abdal Musa Ocağı’na, Tunceli ve Adıyaman yöresindeki Aleviler, ağırlıı olarak, Baba Mansur Ocağı’na, Arapkir yöresindeki Aleviler Yürüyen Hızır Ocağı’na, İzmir ve Aydın bölgesi Alevileri Yanyatıroğulları ve Timur Beyli Ocakları’na, Tokat/Almus Alevileri Hubyar Sultan Ocağı’na, Trakya Alevileri Gözükızıl ve Otman Baba ocaklarına, Urfa/Viranşehir ve Mardin/Kızıltepe Alevileri Hacı Bektaş Veli ocağına, Musul Alevileri Sultan Sahak ocağına bağlıdırlar.
Anadolu ve Balkanlar'da, büyük bir bölümü faal olmasa da, iki yüz elliye yakın Alevi ocak ailesi var. Bu ailelerin çok büyük bir bölümü soylarının yedinci Şia İmamı Musa-i Kazım(745-799), azınlıkta kalan bir bölümü de üçüncü Şia imamı Zeynel Abidin (659-713) üzerinden Hz. Ali'ye ve Hz. Muhammed'e dayandığını öne sürüyorlar ve bu, soy bağını, kutsallıklarının kaynağı olarak ortaya koyuyorlar. Ocaklardan yükselen bu iddianın tek dayanağı on altıncı yüzyıl sonrasında yazdırılmış beş-altı yüzyıllık zaman diliminin üç kuşakla geçildiği uydurma soy ağacı çizelgeleri. Kimi ocakların tozlu sandıklarından çıkan acemice yazdırılmış bu soy ağacı çizelgeleri güvenilir bir belge niteliği taşımıyor. Alevi ocaklarının İslam iklimi altında kendilerine güvenlik şemsiyesi oluşturmak, gizlenmek ve kutsiyetlerini korumak için geliştirdikleri bu söylemin hiçbir tarihsel gerçekliği yok.
Her söylemin en ince ayrıntısına kadar sorgulandığı bu bilişim çağında ve genetikçilerin bir yudum tükürük üzerinden insanın altmış bin yıllık geçmişini ortaya döktükleri bu zamanda, böylesi biçare iddialar artık kabul görmüyor. Geçmişini arayan yeni kuşak Aleviler ; Pir Sultan Abdal,Battal Gazi, Sarı Saltuk, Baba İlyas,Yunus Emre,Kızıldeli Sultan,Hacı Bektaş-i Veli, Baba Mansur, Abdal Musa, Derviş Gevr, Güvenç Abdal, Kaygusuz Abdal, Baba Tekeli, Nur Halife, Hubyar Sultan, Cemal Abdal, ve diğer Alevi ocak atalarının Şia imamlarının soyundan gelen Arap asilzadeleri oldukları fikrine, tutarlı gerekçeler eşliğinde, şiddetle karşı çıkıyorlar. Bu çevrelerde, Alevi ocaklarının Hz. Muhammed ile tesis ettikleri soy bağının bir kurgu olup olmadığı, bu söylemin tarihsel gerçekliğinin bulunup bulunmadığı tartışmaları, artık boşa nefes tüketilen, bir 'cahille sohbet', sayılıyor.
Bu reddiye ile birlikte, cevaplanmasa olmaz, bir soru çıkıyor ortaya;
-Alevi ocak ailelerinin soy ağaçları Hz. Muhammed'e ve Hz. Ali'ye uzanmıyorsa, Alevi ocaklarının gerçek kurucuları kimlerdir, ne zaman kurulmuşlardır, bu ailelerin kutsiyetlerinin ve saygınlıklarının kaynağı nereden gelmektedir?
Alevi ocaklarının başlangıçlarına ulaşabilmek için önce yapmamız gereken bin yıldan bu yana toplumsal hafızamıza yerleştirilmeye çalışılan ön kabullerden sıyrılma,k ardından akademik bir üslup ile bu ocakların kurumsal özelliklerini ve baskın niteliklerini tespit edip, uzanabildiğimiz kadar uzak geçmişlere giderek benzer kurumsal özelliklere sahip yapılanmaların Alevi coğrafyası içinde izini sürmek olmalıdır.
Alevi ocaklarının kurumsal özelliklerini ve baskın niteliklerini şu başlıklar altında özetleyebiliriz:
1.Geleneksel Alevi örgütlenmesinde tapınak, mabet benzeri dini merkezler bulunmaz. Aleviliğin dini merkezleri Alevi ruhban sınıfının evleri/ocaklarıdır. Alevi sosyal hayatının ve inanç pratiklerinin uygulama, yönetim ve denetimi kendilerine kutsallık atfedilmiş, ailelerin yukarıda kısaca tanımlanan ocak adı verilen evlerinden yapılır.
Büyük Alevi ocakları, aynı yolu süren, birbirlerinden bağımsız yapılanmalardır.
2. On üçüncü yüzyıl sonlarına kadar Alevi ocaklarında, 'postta oturan'lar yani ocak örgütlenmesinin en üst makamında bulunanlar genellikle kadınlar olurdu. 'Ana' adı verilen kadın ruhbanlar zamanla yerlerini 'dede' lere yani erkek ruhbanlara bıraktılar. Ocak örgütlenmesinin başındaki analar/dedeler ömür boyu daimi ve değişmez ruhbanlar olarak hizmet verirler.
Dedelerin/ anaların iki temel görevi vardır.Bu temel görevlerin ilki; ocağa bağlı taliplerin analık-dedelik hizmetlerinin yerine getirilmesi, ikincisi; kendilerinden sonra ocak örgütlenmesini üstleneceklerin eğitilmesi, yetiştirilmesidir. Dede/ana kendi yerine geçecek olan halefini sağlığında aile içinden seçer. Buna 'el verme' denir. Ruhbanlık, istisnai haller dışında, kendilerine kutsallık atfedilmiş ailelerin dışına çıkmaz.
3. Çok dile getirilmese de;Aleviliğin ruhban sınıfını oluşturan ocaklı aileler, Alevi sosyal yaşamı içinde ayrıcalıklı bir sınıf oluştururlar. Alevilik; 'ocakzadeler' ve 'talipler' adları ile ayrışan, iki sınıflı bir toplumdur.
4.Alevi ocaklarında 'ata kültü' önemli bir yer tutar. Alevi ocaklarında başat tanrının yanında ikincil tanrı/ aile tanrısı olarak ocak kurucusu da anılır. Ocak mensupları başat tanrı olan 'Hızır'ı çağırırken 'Hızır' ile birlikte 'Ya Hızır, Ya Baba Düzgün' ya da 'Ya Hızır, Ya Kureyş Baba' diyerek bağlı bulundukları ocağın atasını, pirini birlikte çağırırlar. Düzgün Baba,Dede Garkın, Hubyar Sultan,Baba Mansur,Derviş Gevr, Hacı Bektaş Veli gibi, Alevi ocaklarına adını veren ruhani isimler, isimlerini verdikleri ocakların hem atası hem de başat tanrının yanında anılan ikincil tanrılarıdırlar.
Yukarıda sayılan dört kurumsal özellik; Alevi ocaklarına özgüdür, eski tabirle 'nev'i şahsına münhasır'dır. Bu'nev'i şahsına münhasır' kurumsal özellikleri tarihin derinlikleri içinde en uzak nerede bulabilirsek, Alevi ocaklarının başlangıcını- haklı gerekçelerle- o zaman diliminden başlatabiliriz..
Şimdi, Alevi coğrafyasından ayrılmadan, 4000 yıl geriye gidelim. Anadolu Asur Ticaret Kolonileri Çağına uzanalım:
Günümüz Musul şehrinin 100 km kuzeyinde yer alan Asur şehri, MÖ. 2025 yılında, bağımsız bir krallık olarak Kuzey Mezopotamya'da tarih sahnesine çıktı. Asurlu tüccarlar, MÖ.1950 yıllarından başlayarak Asur kentinden Anadolu'ya gelerek Anadolu kentlerinin çeperlerinde alış-veriş mahalleleri kurdular. Asurlu tüccarlar 'karum' adı verilen bu ticaret kolonilerinde Asur'dan getirdikleri kıymetli madenleri ve kıymetli kumaşları, Anadolu'nun yünleri ve değerli madenleri takas ediyorlardı. Asur kolonileri döneminden günümüze kalan belgelerden şimdiye kadar çok sayıda Asur ticaret kolonisi; 'karum' belirlendi.
Asur Ticaret Kolonilerinin merkezi Kaniş’te, 1900’lü yılların ilk çeyreğinde başlayıp bugüne kadar süren kazılarda ,Akadcanın Eski Asur lehçesi ve çiviyazısı ile yazılmış, yirmi üç binin üzerinde tablet bulundu. Bunun yanında,Alişar ve Boğazköy kazılarında da çok sayıda tablet ele geçti. Asur koloni devrine ait kazılarda ortaya çıkan belgelerin büyük çoğunluğu, Asurlu tüccar ailelerin ticari yazışmaları,alacak-verecek bilgileri, sözleşmeler, iş mektupları ve ticari kayıtlardan oluşuyordu. Tüccarların kişisel arşivlerinde devrin inancı, dini ritüelleri ve mitleri hakkında doğrudan bilgi veren yazılı bir belgeye rastlanılmadı.
Asur Ticaret Kolonileri çağından günümüze kalan tabletlerde dönemin tanrılar panteonunun, dini pratiklerin in ve mitlerinin doğrudan kayda geçtiği bir tablet bulunamamış olsa da; bulunan ticari kayıtların cümle aralarında, bu kolonilerde inancın örgütlenmesi ve yürütülmesine dair doyurucu bilgiler yer alıyordu.
Bu ticaret kolonilerinde inancın kurumsal işleyişi Alevi ocak sisteminin tam bir benzeriydi. Şöyle ki;
1.Asur ticaret kolonilerinde yapılan kazılarda dini yapı bulunamadı, bu alışveriş mahallelerinde tapınak yoktu, Asur ticaret kolonilerinde, önde gelen ailelere kutsallık atfedilmişti. Rabi’ūtum adı verilen bu ailelerin evleri birbirinden bağımsız dini merkezler olarak işlev görüyordu.
2. Asur Ticaret Kolonilerinde dini pratikler kutsallık atfedilen bu ailelerin evlerinde , 'kumrum' ve 'gubabtum' adı verilen erkek ve kadın ruhbanlar tarafından yürütülüyordu. . Rabi’ūtum'ların aile fertleri arasında geleneksel olarak kutsanmış bir kadın ruhban, bir 'gubabtum' bulunurdu. Anadolu Asur ticaret kolonilerinde dini merkezler olarak görev üstlenen bu ailelerde posta oturan kadın ruhbanlar ömür boyu dini pratiklerin yürütülmesinden sorumlu olurlardı.
3. Asur ticaret kolonilerinde iki sınıflı bir toplum yapısı vardı: Rabi’ūtum'lar ve ṣahhurūtum'lar. Rabi’ūtum'lar kendilerine kutsiyet atfedilmiş ailelerdi. Ticaret kolonilerinin ayrıcalıklı sınıfını oluşturuyorlardı. Bu ailelerin bireyleri topluluğun ruhban sınıfını oluşturuyordu. 'Rabi’ūtum' adı verilen kendilerine kutsiyet atfedilmiş ailelerin dışında kalanlara 'ṣahhurūtum' adı veriliyordu.
4. Asur Ticaret Kolonilerinde 'ata kültü' hakimdi. Dini pratiklerin merkezi yürütüldüğü kutsanmış ailelerde yani 'rabi’ūtum'larda başat tanrılarının yanında , 'aile tanrısı' da olurdu. 'Rabi’ūtum'larda başat tanrının yanında ailenin kurucusu, atası ikincil tanrı olarak anılırdı.
Anadolu Asur Ticaret Kolonilerinin inanç örgütlenme modeli ile bugünün Alevi Ocak örgütlenme modeli arasındaki hiçbir farklılık olmadığı görülüyor. Aradan geçen dört bin yıla rağmen Anadolu'da her şey olduğu gibi kalmıştı.
Değişen sadece isimler oldu.
-Rabi’ūtum'lar, 'ocaklı'lara
-şahhurūtum'lar, 'talip'lere
-gubabtum'lar, 'ana'lara
-kumrum'lar, dede'lere
dönüştüler
Alevi ruhban sınıfının evleri dört bin yıl öncesinin 'rabi’ūtum'ları gibi dini merkezler olarak işlev görmeye devam ettiler.Ruhbanlık kuşaklar boyu aile içinde kaldı. İnancın örgütlenmesinde iki sınıflı toplum yapısı hep var oldu. Ruhban ailenin atası ve ocağın kurucusu, ikincil tanrı olarak varlığını ve saygınlığını bin yıllar boyunca korudu.
Asur koloni yerleşimlerinde yapılan kazılarda Asur Ticaret Kolonileri Çağında Anadolu Ticaret Kolonilerinde çok az sayıda dinsel obje gün yüzüne çıkartıldı. Bu objelerin tamamı 'Hızır Kültü' ile bağlantılıydı. Bu az sayıdaki dinsel objeler Asur'lu tüccarların inançlarında 'Hızır Kültü'nün hakim ve baskın olduğunu ortaya koydu.
Hızır Alevilerin 'son medet kapısı'dır. Hızır her yerde hazır ve nazırdır, her darlığın, her zorluğun üstesinden yalnızca o gelir. Yolda kalanların yoldaşı, zorda,darda kalanların yardımcısıdır. Hızır, Alevilerin tutunduğu son dal, sığındıkları son limandır. Peygamber, melek, veli yada nebi, Hızır; Alevi erkanı içinde , tüm bu nitelemelerin üzerinde, çok ayrıcalıklı yere sahip yüce bir varlıktır Hızır. Hiçbir Alevi gülbengi (duası) yoktur ki içinde onun adı geçmesin.Alevi erkanında Hızır adı -Hakk dahil - her kutsal isimden fazla çağrılır.
Asur Ticaret Kolonilerinde ve Alevi ocaklarında sadece inancın örgütlenme modelleri aynı değildi, inancın esasında da müthiş bir ortak payda vardı. Alevi ocaklarının yücelerden yüce ruhani kutsalı Hızır, Asur Ticaret Koloni yerleşmelerinin de başat tanrısıydı.
('Bozatlı Hızır'ın altı bin yıl önce, Sümer'den başlayıp bugüne uzanan macerasını bir önceki yazımda paylaştım)
Aradaki müthiş zaman farkına rağmen Asur Ticaret Kolonilerindeki inanç örgütlenmesi ile Alevi ocak sisteminin birbirinin kopyası denecek kadar benzer olması ve Hızır kültünün her iki inanç örgütlenmesinin merkezinde olmasının yanı sıra, bu iki inanç örgütlenmesinin coğrafyası da aynıdır. Asurlu Tüccarların Anadolu'ya olan yolculuklarında izledikleri kervan yolları ve bu yollar üzerinde kurdukları ticaret kolonilerinin dağılımı incelendiğinde (ekli harita) bu kolonilerin ve kolonileri birbirine bağlayan ticaret yollarının tamamının geçmişte ve bugün Alevilerin yoğun olarak yaşadığı yerler oldukları çok açık bir biçimde görülecektir.
Asurlu tüccarların Anadolu'da kurdukları ticaret kolonilerinden yerleri kesin olarak bilinenler Kanes (Kayseri), Ankuwa(Yozgat/Sorgun) ve Hattus'tur (Çorum).Bu ticaret kolonilerinden bulundukları lokasyon yaklaşık olarak belirlenenler de vardır, bunlar; Luhušatiya,(Adıyaman) , Kuššara (Sivas/Şarkışla), Šamuha (Sivas Kayalıpınar), Karahna (Tokat-Sulusaray) , Kuburnat (Niksar/Kazova) , Durhumit (Amasya),), Timelyaka (Elbistan-Gölbaşı),Hurama (Kahramanmaraş/Elbistan), Mamma (Kahramanmaraş),Unipsum(Göksun), Zalpuwa (Orta Karadeniz), Salahsuwa(Zamantı), Washaniya (Kırşehir), Washusana (Kırıkkale/Keskin) ) ve Salatuwar'dır (Eskişehir/Sivrihisar).
Adıyaman, Elbistan, Maraş, Göksun,Malatya, Sivas, Batı Dersim, Çorum, Kayseri/Sarız, Kırşehir,Kırıkkale,Yozgat, Kazova/Niksar, Merzifon, Amasya, Eskişehir/Sivrihisar ve Orta Karadeniz kıyı şeridi kadimden bu yana Alevilerin yurdu olageldi, Alevi tarihi bu coğrafyada yaşandı, Alevi acıları buralarda çekildi. Bu coğrafya cümle Alevi başkaldırılarının yaşandığı yer oldu aynı zamanda.
Aleviliğe sesini ve ruhunu veren Alevi ozanlar, aşık-ı sadıklar, zakirler bu bölgelerde yetiştiler. Yunus Emre de buralıydı, Kul Himmet de, Davut Sulari de, Mahsuni Şerif de. Meydanlar buralarda açıldı, cemler buralarda yürütüldüi semahlar bu meydanlarda dönüldü.Alevi tarihine ait ne varsa buralarda yaşandı.Pir Sultan burada baş kaldırdı Ortodoks Kilisesine, Baba İlyas burada katledildi, Baba İshak Selçuklu'nun sonunu yaklaştıran yürüyüşünü bu coğrafyada başlattı. Şahkulu ,Nur Ali Hanife, Baba Zünnun, Zünnünoğlu Halil, Kalender Çelebi ve daha nice Alevi isyanları buralarda ortaya çıktı. Koçgiri ve Dersim acıları buralarda çekildi. Nisan 1978 Malatya, Aralık 1978 Maraş, Mayıs 1980 Çorum, Temmuz 1993 Sivas Alevi kırım ve katliamları dün gibi yakın bir tarihte bu coğrafyada vuku buldu.
Öyle anlaşılıyor ki; başlangıçları - kör bir inatla- yedinci Şia imamı Musa-i Kazım'a bağlanmak istenen Alevi ocak sistemi -tüm zamanların en uzun ömürlüsü ve varlığını sürdüren tanrıların en yaşlısı 'Bozatlı Hızır' ile birlikte- Musa-i Kazım'ın doğumundan 2700 yıl önce de vardı. Asur Ticaret Kolonilerinin merkezi olan Kaneş'te, Alişar'da ve Boğazköy'de bulunan on binlerce kil tablet; Alevi ocaklarının dört bin yıllık geçmişlerinin yazılı tanıkları ve muteber belgeler olarak müzelerde yerlerini çoktan aldılar.
Uydurma soy ağacı çizelgeleri ile tarih yazma döneminin sonuna geldik .
ERDOĞAN ÇINAR
(BRONZ ÇAĞI'NDA ALEVİLİK)
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.