16 Mart Katliamını unutmadık, unutturmayacağız

16 Mart Katliamını unutmadık, unutturmayacağız

Derkenar: OTUZ YIL ÖNCE İŞLENEN CİNAYETİN YILDÖNÜMÜ: 16 Mart Katliamı’nı unutmadık, unutturmayacağız!Eğer batıl inançlarımız olsa, Mart ayının...

A+A-

16 Mart Katliamını unutmadık, unutturmayacağızDerkenar: OTUZ YIL ÖNCE İŞLENEN CİNAYETİN YILDÖNÜMÜ: 16 Mart Katliamı’nı unutmadık, unutturmayacağız!

Eğer batıl inançlarımız olsa, Mart ayının uğursuz olduğuna inanırdık. Neden mi? İşte size birkaç neden…

»11 Mart 1965’de Zonguldak’ta grevci işçilere ateş açan polisler, Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar isimli işçileri öldürdüler.

»12 Mart 1971’de ülkeyi cehenneme çeviren cunta ilan edildi.

»12 Mart 1995’de İstanbul’da Gazi Mahallesi’nde Alevilerin gittiği dört kahvenin taranmasıyla başlayan olaylarda 17 kişi hayatını kaybetti.

»16 Mart 1971’de Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan Sivas yolunda yakalandı.

»16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi öğrencilerine bomba atıldı, 7 devrimci öldü.

»16 Mart 1988’de Irak’ta, Halepçe’de bir katliam yaşandı. Saddam Hüseyin büyük çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Halepçe halkının üzerine kimyasal bomba yağdırdı, 5000 kişi yaşamını yitirdi.

»30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayan ve 9 yoldaşı öldürüldü.

Bugün 16 Mart… Gelin, otuz yıl öncesine, 1978 yılına dönelim. Beyazıt Meydanı’ndayız.

Günlerden perşembe… İstanbul Üniversitesi Merkez Binası faşistlerin işgali altındadır. Merkez binada okuyan devrimci öğrenciler, okula toplu olarak gidip gelmekteler. Bütün saldırılara rağmen faşist işgali kırmak için inatla mücadele etmekte, derslere girmekteler...

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan devrimci öğrenciler her zaman olduğu gibi toplu olarak okuldan dışarı çıkmak istediler. Süleymaniye kapısına doğru ilerlediler ancak polis oradan çıkış izni vermeyerek, öğrencileri Beyazıt kapısına doğru yönlendirdi.

Bir tuhaflık vardı… Her gün onlara eşlik gelen “Merasim Birliği” ismini taktıkları polisler de yoktu ortalıkta. Öğrenciler zorla dışarı çıkarıldıklarında kapıdaki polisler yerlerinden bile kıpırdamadılar…

“Durun, koşmayın!”

Avukat Orhan Apaydın “Kim öldürüyor? Niçin Öldürüyor?” adlı kitabında, o günü bir tanığın ifadesinden şöyle aktaracaktı: “Dersten çıktık. Dışarda bir grup faşistin olduğunu görünce beklemeye başladık. Polise faşistleri uzaklaştırmadan biz çıkmayız dedik. Fakat polis bizi zorla dışarı çıkardı. Dışardaki faşistlerin başında Mehmet Gül vardı. Biz çıkınca Mehmet Gül’ün başında bulunduğu faşistler marş söylemeye başladı. Faşistler marş söylemeye devam ediyorlardı ki öndeki arkadaşlarımız kendilerini yere attılar ve sonra ortalarında bomba patladı.” [1]

Sayıları yüz elli kadar olan devrimci öğrenciler yüz metrelik yolu her zamankinin tersine polis eşliğinde değil, yalnız başlarına yürüdüler. Eczacılık Fakültesi önüne geldiklerinde saat 13.20’yi gösteriyordu. Önce parça tesirli bir bomba patladı. Ardından devrimci öğrencilerin üzerine otomatik silahlarla ateş açıldı. Faşistler marş söylemeye ve slogan atmaya devam ediyorlardı. Ana kapıda on beş kadar polis vardı ve onlar yerlerinden hiç ayrılmadılar. Saldırının sonunda altı devrimci öğrenci ölmüş, kırk kadarı da yaralanmıştı. Bomba, “çelik talaşı” adı verilen ince çelik parçalarıyla doldurulmuş, yüksek tahrip güçlü bir bombaydı.

16 Mart 1978’de faşist saldırılara bir yenisi daha eklenmiş oldu. Hatice Özen, Baki Ediz, Hamit Akıl, Ahmet Turan Ören, Abdullah Şimşek, Murat Kurt ve isimli devrimci öğrenciler olay yerinde yaşamını yitirdi. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Cemil Sönmez ise kurtulamadı. Katliamda ölen devrimci öğrencilerin sayısı yedi olmuştu. Olayda 44 devrimci öğrenci de çeşitli yerlerinden yaralandı.

Beyazıt Meydanı kana boyanmış, silah sesleri ile yankılanmaktaydı. Polislerin bazıları faşistleri kovalamaya çalışmışsa da, “Merasim Birliği”nin başında bulunan komiser muavini Reşat Altay “Durun, koşmayın!” emrini verdi. Faşistler ellerini kollarını sallaya sallaya kaçtılar. O komiser muavini, Hrant Dink cinayetinde cinayetin işleneceğinin bilgisinin verildiği Trabzon Emniyet Müdürü olarak kamuoyunun karşısına çıktı.

Katliamın duyulmasıyla birlikte İstanbul Üniversitesi yaklaşık iki bin devrimci öğrenci tarafından işgal edildi. Polis üniversiteden dışarı atılarak, Dev-Genç tarafından bir işgal komitesi kuruldu. İstanbul’un bütün okullarında forumlar yapılarak boykot ilan edildi. Katliamı duyan binlerce kişi Beyazıt’a, İstanbul Üniversitesi’ne geldi. Merkez binanın içi binlerce devrimci ile dolmuştu. Gece bahçede ateşler yakıldı. Amfilerde konuşmalar yapıldı, ağıtlar, marşlar söylendi. Pankartlar, resimler hazırlandı…

Sabah olduğunda İstanbul’da üniversitelerde ve liselerde boykot ilan edilmiş, öğrenciler ve kitle örgütlerinin üyeleri yürüyüş için Beyazıt Meydanı’nı doldurmuştu. Öğleye doğru kırk bin kişi Sirkeci’ye doğru yürüyüşe geçti. Morgdan alınan cenazeler sloganlarla, gözyaşlarıyla uğurlandı. Yürüyüş kortejinin bir ucu Sirkeci’deyken diğer ucu hâlâ Beyazıt’taydı. Bu nedenle Sirkeci Meydanı defalarca dolup boşaldı.

Faişzme İhtar Eylemi

16 Mart katliamından sonra DİSK 20 Mart’ta iki saatlik genel grev ilan etti. Tüm demokratik kitle örgütlerinin katılımı ile yapılan “Faşizme İhtar Eylemi” ile ülke çapında yüz binler faşizmi lanetledi. Birçok kentte yaşam felce uğradı. Elektrikler kesildi, sular akmadı, toplutaşıma araçları çalışmadı. TRT yayınına elektrik kesintisi nedeniyle ara vermek zorunda kaldı. İşyerlerinde iş bırakıldı ve saygı duruşunda bulunuldu. Türkiye, 16 Mart’ta ölen gençlerini anıyordu…

16 Mart katliamı olduğunda hükümette CHP vardı. Başbakan Bülent Ecevit, 16 Mart katliamının katillerini arayacağı yerde, “Faşizme İhtar Eylemi” eylemini yapanları tehdit ederek; “Demokrasinin gereğidir, yapılacaktır, ama sorumlular da cezalandırılacaktır” diyecekti.

Her şey ortadayken, 16 Mart’ta böylesi alçakça bir katliamın olacağı daha on gün önceden bilinirken hiçbir şey yapmayanlar, olaydan sonra da 23 Mart 1978‘de Polis Derneği (Pol-Der) Başkanı Kazım Bilir’in yaptığı basın açıklamasında sunduğu belgeyi dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı tarafından kabullenmekten başka bir şey yapmadılar.

“8. 2. 1978 tarih, 1297 sayı” ile Toplum Zabıtası Müdür Vekili Murat Azimoğlu tarafından imzalanan belge şöyleydi: “İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde 8. 2. 1978 günü ülkücü gruba mensup öğrencilerin karşıt görüşlü öğrencilere Amfi-1’de saldıracakları, sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye gelmeye devam etmeleri halinde 8-10 gün içinde bu grup üzerine dinamit atılacağı Em. Md’lüğünün 7. 3. 1978 gün ve Plan ve Hrk. Şb. Ks. 1-892 yazılarıyla bildirilmiştir. Bilgi edinilmesini ve herhangi bir olay vukuunda gerekli emniyet tedbirlerinin alınmasını rica ederim.” Gerekli emniyet tedbirleri alındı ama sadece “güvenlik kuvvetleri” için!..

Katliamla ilgili hakkında dava açılan “Ülkü Ocaklı”lar; Mehmet Gül, Orhan Çakıroğlu, Sıddık Polat, Ahmet Hamdi Paksoy ve MHP’li kazım Ayaydın Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanıp, beraat etti.

16 Mart Katliamı Davası

Katliamın 17. yılında, 1978’de Hukuk Fakültesi öğrencisi olan avukatlar tarafından, dava yeniden açıldı. Davayla birlikte katliam emrini verenler, katliamı yapanlar, göz yumanlar, bombayı verenler, katilleri saklayanlar bir bir ortaya döküldü. Katliamı gerçekleştiren isimlerin yer aldığı çeteler ortaya çıkarıldı. Mızrak çuvala yine sığmıyordu…

Ancak bu kez de dava, bürokrasinin labirentlerinde kayboldu. Davanın kilit ismi, sanık polis Mustafa Doğan’ın aranmadığı ortaya çıktı. Davada bombayı temin eden kişi olarak Susurluk Çetesi sanıklarından Abdullah Çatlı’nın ismi geçti. MİT’ten istenen belgeler bir türlü gelmez oldu ve dava “sanıksız” ve “tanıksız” bir şekilde sürmeye devam etti, ediyor…

1988 yılında “16 Mart Katliamı Davası”nı yeniden açmak için çalışan avukatların, ölen arkadaşlarının katillerini bulmak için harcadıkları bütün çabalar, bilerek ve isteyerek boşa çıkarılmaya çalışıldı.

Dava zaman aşımına uğrar mı, bilinmez. Onlara göre uğrar, yaşamını yitiren arkadaşlarının katillerini arayan avukatlara göre de “çeteler” hâlâ suç işlemeye devam ettikleri için uğramaz!

Dava zaman aşımına uğrasa da, uğramasa da mızrak çuvala sığmayacak! Katiller, er geç ortaya çıkacak. Ölen arkadaşlarımızın ruhu da ancak o zaman rahat edecek!

16 Mart 1978’de Beyazıt Meydanı’nda yitirdiğimiz Hatice Özen, Baki Ediz, Hamit Akıl, Ahmet Turan Ören, Abdullah Şimşek, Murat Kurt ve Cemil Sönmez’i bir kez daha sevgiyle anıyoruz. Işık içinde kalın arkadaşlar. Sizleri unutmadık, unutmayacağız!

[1] Kim Öldürüyor, Niçin Öldürüyor?, Orhan Apaydın, Çağdaş Yayınları, 1978.

* * *

16 MART UNUTULMAYACAK KİTABINDAN TANIKLIK:

‘Yüz eli arkadaştık, yürümeye başladık’

Saldırı sırasında hafif yaralanan bir öğrencide şöyle konuşmuştu:

(…) Yüz eli arkadaştık, yürümeye başladık. Faşist grup marş söylemeye başladı. Marş söylenirken polisler yere yattı. Öndeki arkadaşlarla o sırada Eczacılık Fakültesi’nin önüne gelmişler, köşeyi dönüyorlardı. Bir arkadaşımız ve otoparktaki trafik polisi “bomba” diye bağırdılar. Faşistler marş söylemeye devam ediyorlardı ki öndeki arkadaşlarımız kendilerini yere atarken ortalarında bomba patladı. Ne olduğumuzu şaşırmıştık ki, bu kez de ateş edilmeye başlandı. Polisler ateş kesilince yerden kalktılar. Faşistler marş söylemeye ve slogan atmaya devam ediyorlardı. Ana kapının önünde on beş polis vardı, onlar yerlerinden hiç ayrılmadılar. Yalnız başka bir polis bombayı atanı görmüş, silahını çekip namluya kurşun sürmüştü. Bombayı atanın peşinden koştu. Saldırgan ise pardösüsünü çıkarıp otoparka attı ve kaçtı. Bir arkadaşım yanımda yatıyordu. Polise “Karşımdaki adamları görmüyor musun, neden ateş etmiyorsun?” dedi. Bunun üzerine polis, tabancasını arkadaşımın başına dayayıp “Konuşma ulan, vururum seni” diye bağırdı. Her zaman polis kordonu altında çıkardık. Bu kez polis kordonu yoktu, olsaydı polislerden de yaralananlar olurdu… 16 Mart Unutulmayacak, Derleyen: M. Ali Kılcı, 1978.

FEZA KÜRKÇÜOĞLU

BİRGÜN - 16 Mart 2008

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.